bu sabah yataktan kolayca kalktım…

hatta son onbeş dakika gözlerim açık bir şekilde telefonumun alarmı olarak çalmaya başlayacak coldplay melodisini bekledim. müzik dinleyerek makyajımı yaptım ve nane çayımı içerek kahvaltımı hazırladım. dışarıya çıktığımda nefis bir hava vardı…

yolda kitabımı okudum ve schubert dinlemeye devam ettim.

ursula’nın son çıkan kitabını okuyorum; onunla içimden konuşmayı özlemişim; parmaklarımı satırlarının üzerinde gezdirerek ona dokunuyorum; bir tür sarılma hali bu… dışarıdaki nefis ışık, kulağımdaki melodiler ve ursula ile neredeyse mutluydum yol boyunca. şu satırların altını çizdim ve tekrar tekrar okudum:

“… Bildiğiniz gibi, dile getirilmeyen şeyler yıllar içinde güçlenir, olgunlaşır ve zenginleşir, açılmamış şarap misali. Tabii Freudyen sirkeye de dönebilir. Bazı düşünceler ve duygular hızla sirkeleşir, dolayısıyla şişelerinin hızla açılması gerekir. Bazıları şişenin içinde mayalanmayı sürdürür ve etrafa öldürücü cam kırıkları saçarak patlar. Ama güzel, sağlam mantarlanmış duygular mahzende sadece derinleşip karmaşıklaşır. Önemli olan şişeyi ne zaman açacağını bilmektir…”

servisten inip enstitü’ye doğru yürürken, yol arkadaşım bir gün öncesinde kalan gerginliğiyle uykusuz geçirdiği geceyi ve onu geren şeyleri anlatmaya başladı. önce sakince anlatırken, sonrasında gerginliğinin şiddeti iyice arttı ve ben nefesimin kesildiğini hissettim bir an; sanki her tarafıma cam kırıkları saplanmıştı. ofise ulaştığımda mutluluktan eser kalmamış, bitmiş bir halde kendimi sandalyeye bıraktım.

müziği açtım, pencerenin önünde yüzüme çarpan serin havayla kahvaltımı yaptım.

sonrasında kahve ve odama dolan ışıkla çalışmaya başladım, nefesim normale dönmüştü. etrafımdaki bütün gerginliği bir sünger gibi çekme halimden bir kez daha nefret ettim…

gün çalışarak, bahçede öğle kaçamağında okuyarak ve mavi göğün tadını çıkararak, sıradan  ve yoğun bir iş gününün ritminde geçti…

akşam eve geldiğimde su yoktu. akşam yemeği işini,  yemek sepeti marifetiyle hallettik ve ben sicim gibi akan suyla mutfağı temizledim; yine schubert çalıyordu…

ama öncesinde kirli mutfak tezgahı üzerindeki kocaman bir su damlasının ışığına yakalandım. batan güneş, panjurların arasından sızarak bu su damlacığını yakalamıştı veya bu su damlacığı ışığı çağırmıştı; bilmiyorum..

ışığı yavaşça avuçlarımın arasına aldım ve  bir sünger gibi emdim; nefes niyetine…

***

evet

franz schubert‘in

fantasy in f minor, D940‘ini dinliyoruz.

louis lortie ve hélène mercier birlikte çalıyorlar; dört el için yazılmış bir eser bu çünkü.

[audioplayer file=”http://radyoz.info/wp-content/uploads/2017/03/Franz-Schubert_-Fantasy-In-F-Minor-D940-Louis-Lortie-And-Hélène-Mercier-Piano-4-Hands.mp3″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

Leave a Reply

kategoriler