Belki önemli değil ama çekip gidelim kedilerin kendilerinin olan akşamına.”
— Turgut Uyar

 

 

son iki bahardır misafirleri oluyor; 23 nisan günü yenidoğanlarını toplayıp gelen anne kediler bunlar. fotoğrafta gördüğünüz bu yıl gelen anne ve iki yavrudan birisi…

ablam şarkısını isterken,

“... portakal çiçeklerinin kokusunu içime çeke çeke corona günlerinin iç huzursuzluğunu balkonumda atlatıyorum…

yazıp kahvesi eşliğinde bir balkon fotoğrafı iletmişti ama son durum bu… sanırım, annemle birlikte, 23 nisandan beri balkonu eskisi gibi kullanamıyorlar 😉

bu durumda ablamın bahar şarkısını hem ona ve hem bu güzel haşin anneye çalalım değil mi?

ezginin günlüğü

nazende

diyor.

[audioplayer file=”http://radyoz.info/wp-content/uploads/2020/04/Nazende.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

… eğer kendinizle bütünleşmiş değilseniz,

diğer insanlarla asla bütünleşemezsiniz…”

― hatun q’ero köyünden bir şifacı, peru and dağları

 

 

sevgili neslihan  bu paylaşımını dünya gününde yapmıştı. biraz gecikmeyle aşağıda çok güzel bir şaman öğretisi ve melodiyle birlikte notunu iletiyorum.

radyo z yıllardır çok güzel insanları karşıma çıkardı ve hayat aslında şahane bir şey dememi sağlayacak çok şey yaşattı; şaşırtmadan devam ediyor…

ve sevgili neslihan aşağıda sana bir video var;

across the hummingbird bridge

***

… Burası benim çalışma odam, kendimle kalma alanım. Çoğunlukla masamda çalışıyor, yazıyor, ilham alıyorum. Bir numaralı asistanım Coffee de aşağıda ya masanın ayaklarının dibindeki şiltesinde ya da benim ayaklarımın üstünde uyuyor genelde.

Geçen haftalarda dahil olduğum bir şiir, alıntı, yazı zincirinden bana ulaşan ve çok hoşuma giden bir Şaman öğretisini paylaşmak istiyorum. Hem bugün Earth Day hem de yarın Boğa’da Yeniay…

Bir Şaman öğretisi der ki,

Doğada hiçbir şey kendisi için yaşamaz.
Nehirler kendi suyunu içemez.
Ağaçlar kendi meyvelerini yiyemez.
Güneş kendisi için ısıtmaz.
Ay kendisi için parlamaz.
Çiçekler kendileri için kokmaz.
Toprak kendisi için doğurmaz.
Rüzgar kendisi için esmez.
Bulutlar kendi yağmurlarından ıslanmaz.

Doğanın anayasasında ilk madde şudur…
Her şey birbiri için yaşar.
Birbiri için yaşamak, doğanın kanunudur.
Eski çağlardan süre gelen bir anlayıştı bu
Bütünlüğü anlatırdı…

Özü iki cümleydi..
“Ben biz olduğumuz zaman ben olurum.”
“Ben, ben olduğum için sen, sensin.

“In Lak’ech Ala K’in”
…..
Ve müzik olarak AVA‘dan Waves.

[audioplayer file=”http://radyoz.info/wp-content/uploads/2020/04/waves.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

Sevdiğim müzisyenleri dinlemek sevilecek başka yeni keşifler getiriyor. Nitin Sawhney’nin hazırlayıp sunduğu bir radyo programından henüz dinleyip bayıldığım bir parça oldu Waves.
Döndüre döndüre dinliyorum.

Size de keyif vermesi dileğiyle, sevgiler.”

 

diyerek tam da şu fotoğrafın çekildiği yıllarda çıkan ve  ablamla birlikte  çok sevdiğimiz bir şarkıyı çalıyorum şimdi…

bizim evimizde, yeşil pötikareli masa örtüsünün sahne kıyafeti, ütünün kordonunun mikrofon olduğu zamanlardan bu şarkıyı gökben söylüyor,

şiribim şiribom 🙂

hamasetten uzak, çocukların hakikaten eğlendiği ve güldüğü, geleceğe güvenle bakabildiği ve hayal kurabildiği bayramlar diliyorum elbette…

[audioplayer file=”http://radyoz.info/wp-content/uploads/2020/04/siribim.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

“… So when I hear about
The hole in the sky
Saltwater wells in my eyes…”

julian lennon, saltwater

 

oyuna ara verip julian lennon‘dan

saltwater‘ın dinleyelim.

julian lennon, john lennon’ın ilk çocuğu ve babasına hem yüzünün hem sesinin benzerliği inanılmaz; beatles’ın “diamond with the diamonds“, “hey jude” ve “good night” şarkılarına doğrudan ilham kaynağı olduğu söyleniyor…

şuradan da şarkının videosunu izleyin derim. bazı şeyler çok tanıdık gelecek!

[audioplayer file=”http://radyoz.info/wp-content/uploads/2020/04/Julian-Lennon-Saltwater.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

fotoğraf sabah yürüyüşünden…

“Odadır, ev.
Bir ada.
Kendi halinde
Bir içe çağrı.
…”

ilhan berk, oda

 

sevgili selçuk aşağıdaki notuyla birlikte nil ipek‘den

gömülür‘ü çalmamı istedi.

Salon, masa. Günün çoğu burada geçiyor. Kahvaltılar, öğle ve akşam yemekleri, arada atıştırmalar, okumalar, online dersler, ödevler, meyve saatleri, oyunlar. Bu saatlerde herkes uyumuş oluyor, ben biraz daha uyanık kalıyorum, bazen bir film ya da diziyle, bazen kitap ya da müzikle. Böyle. Sevgiler.” (23.38)

[audioplayer file=”http://radyoz.info/wp-content/uploads/2020/04/Nil_pek_Gmlr_BP_Akustik_222147_23032020.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

salondaki masa örtüsünü görünce elimde olmadan “salona bahar gelmiş” diye düşündüm. umarım balkonsuz evlerden değildir eviniz sevgili selçuk…

 

Kıyıya vurmadıkları sürece, balıklar suyun farkında değildirler…”

ursula k. le guin

 

sevgili orhan katıldı; inanılmaz güzel bir ejderhanın gölgesindeki çalışma masası, ursula le guin’e yazılmış bir mektup ve şahane bir melodiyle.

bir süre önce ben de, ‘bütün bu çılgınlığı yaşasaydı ne derdi acaba‘ diye düşünmekten kendimi alamamıştım…

melodimiz dirk maassen‘den

la mer.

[audioplayer file=”http://radyoz.info/wp-content/uploads/2020/04/Dirk-Maassen-La-Mer.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

 

Sevgili Ursula K. LeGuin,

Söze nereden başlayacağımı bilemiyorum. Şu lanet virüs salgını sona ermeyecek gibi görünüyor. Virüsün adı bile kendisinden önce mutasyona uğruyor. Adının ne olduğundan çok sebep olduğu yıkım önem kazandı. Dünyanın dört bir yanından sürekli ölüm haberleri geliyor. Ölen insanlar hiç var olmamış birer hayaletmiş gibi anılıyorlar. İsimlerinin, yaşam öykülerinin, geride bıraktıklarının hiçbir anlamı yok. Yaşamlar sabun köpüğü misali boşlukta yitip gidiyorlar. Rakamların oluşturduğu sayılarla ifade edilen insan ölümleri her geçen gün artış gösteriyor. Sayılar ise sıradan grafiklere dönüştükleri gibi olağanlaşıyorlar.

Her yitirilen, geride kalanlara acıyı, şaşkınlığı, paniği, gelecek korkusunu, umutsuzluğu, karamsarlığı, evrende kaybolma duygusunu ve çaresizliği bırakıyor.

Olanca ağırlığıyla üzerimize çöktü siyahın her tonu. İnsanoğlu nerede yanlış yaptığını sorgulamamakta tüm gücüyle ve inatla direniyor. Görünürde bir umut ışığı da yok. Koyu karanlıklar boğuyor aydınlıkları.

Günlerdir evimde karantinadayım. Yaşı altmış beşin üzerinde olanların sokağa çıkmaları yasaklandı. Bu da yetmiyormuş gibi geçtiğimiz iki haftanın sonlarında da iki gün süreyle sokağa çıkmak ülke genelinde yasaklandı.

Gelecekte, insanlığın virüsün etkilerinden çok daha başka olumsuz etkilerle ve sonuçlarla karşı karşıya kalacağına hiç şüphem yok. İnsanlık bu kaosun etkilerini kendi lehine dönüştürebilecek mi, bunu zaman gösterecek. Bilim insanlarının, pek çok farklı ülkede ve olağanüstü çaba sarf ederek yaptıkları çalışmaların sonuçları ufukta belirmeye başladı.

Bunca olan biten hakkında siz neler yazardınız, kim bilir? Kitaplarınızda yer alan kahramanlar ya da yaratıklar dünyamız genelinde meydana gelen gelişmeler karşısında değerlerini, dahası akıllarını yitirirler miydi? Sürekli devinim halindeki evrenin bir yerinde bütün olan biteni izliyorsanız, düşüncelerinizi öğrenebilmeyi ne çok isterdim.

Size mektup yazmak… Uçsuz bucaksız bir denizi derme çatma bir sal ile aşmaya çabalama gayreti benimkisi. Siz de güldünüz bu düşünceme değil mi? Olsun. Oysa sadece bir seçeneğim var. O da mektubu size kendi elimle getirmek.

Yazmış olduğunuz kitaplarınızın pek çoğunu edindim. Ve onların her birini okudum. Yapıtlarınıza dair o kadar çok soru var ki zihnimde bilemezsiniz. Şayet yanıt verirseniz, evrende yankılanacak sesinizi duyacağımdan şüpheniz olmasın. Her bir cümle ruhumu öylesine sarıp sarmalıyor ki anlatamam. Heyecanımı hoş görünüz.

Bestekâr Nevzat Akay, nihâvend makamında yazmış olduğu bir bestesinde “Doymadım sana ağlarım âh ederek yana yana/Geç buldum çabuk kaybettim hicrân oldu hayat bana” diyerek başlar söze. Sizin onu tanımıyor olmanız çok doğal… Güftesi kimindir bilinmez, ama bildiğim bir şey varsa o da benim de sizi geç bulup çabuk kaybettiğimdir. Bu nedenle, yakalayamadığım, hızla geçip gitmiş zamanın ardından koşuyor, koşuyorum. Her bir satır ya da paragraf sonunda soluk soluğu kalsam da…

İçinde bulunduğumuz sıkıntılı günleri aşabilmeyi ve size bir sonraki mektubumla yeniden seslenebilmeyi umuyorum.

Saygı ve sevgilerimle,

ok.

 

D100 karayolu sabah çok yoğundu ve yol kenarında ve duraklarda sanki bundan önceki haftalara göre daha fazla kişi bekliyordu; “acaba havaya yayılan bu olumlu atmosferden dolayı adı konmayan bir normalleşme sürecine mi girdik” dedim kendi kendime… bir süre twitter’da gezdim, sonrasında, aşağıya bir alıntısını bıraktığım, eser köker‘in bianet’de  çıkan evde kalıp yazı yazmak yazısını bir kez daha okudum; muhtemelen tekrar okuyacağım.

tuzla’dan sonra gözlerimi kapatarak müzik dinledim ve maskenin altında artık daha doğru nefes almaya başladığımı fark ettim. insan hakikaten her şeye alışıyor…

servisten indikten sonra çalıştığım enstitü’ye her gün yürüdüğüm yolu biraz daha uzattım ve içine ormanı biraz daha fazla dahil ettim; attığım her adım derin bir nefes gibiydi. yol boyunca spotify’ın benim için hazırladığı listeyi dinledim ve patrick watson‘dan, noir melody‘yi keşfedip epey döndürdüm. fotoğraf sabah yürüyüşünden…

[audioplayer file=”http://radyoz.info/wp-content/uploads/2020/04/patrick-watson-melody-noir-official-video.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

 

eser köker’in yazısı pek çok şeyden söz ediyor aslında ama bu yazı bende bir oyuna kapı açtı

acaba diyorum bu karantina günlerinde blog yazdığınız masa, ekmek yaptığınız mutfak tezgahı, oturup kaldığınız koltuk köşesi, nefes almak için açtığınız pencere, oturduğunuz balkon veya şanslıysanız bahçenin bir fotoğrafını gönderip, size nefes aldıran bir şarkıyı benimle paylaşır mısınız?

belki hissettiklerinize dair kısa bir anekdot da paylaşırsınız; kim bilir…

ne dersiniz?

***

Münzevi Emily Dickinson’ın yazdığı yüzlerce şiiri kadınlara ulaştıran o direnme geleneği, çarpıntılı eve bağımlılıktan bambaşka bir özgürleşmenin kapısının aralanmasına öncülük etti.

Suskunluğu, dilsizliği ve mırıldanmaları kadınların gündelik hayatlarına yerleştiren münzevilik hali içinde demir uzlaşmazlık çekirdeğini eritmeye çabalayan kadınlar, yoksulluğun ve erilliğin baskısına karşı ara yollar ve patikalar yarattılar. İçinde yaşanan şu günlerde de sadece acıların değil özlemlerin, gelecek düşlerinin ve ütopyaların yeniden hatırlanması, şiirinin, şarkısının, oyununun, fotoğrafının, filminin, öyküsünün yeniden tasarlanması, bütün o kas gevşemelerinin, nefes alamamaların, öğürmelerin, ağlamaların, kıpkırmızı olmaların, titremelerin, öfke sözcüklerini bulamamanın acısına panzehir olmuştur, olacaktır da…

Yer sarsılmaya devam ediyor

Tekinsiz dışarısı fikrine çok alışık olsak da, ona yapışan ölüm korkusu ile birlikte ancak huzursuz bir ruhun kendini hapsettiği ev duvarlarının bizi koruyabildiği sanrısı ateşlenmiş olduğu için birlikte olunabilen her patikada ve sokakta kendimizi arayıp bulamamanın boşluğu, yani bir araya gelememe, ortak korkumuzu aşmak için yan yana duramama sorunu ile karşı karşıya kalındığı ve distopik bir dünyanın içinde yaşandığı da, korkularımızı gidermek üzere elele tutuşamadığımız da aşikar.

Bu boşluğun kenarına ilişmek için yapabildiğimiz hayali bir ortaklığa ait hissetme yollarından birine, yani yazıya gidişimize aşağıda değineceğim ama geçerken, bütün yollar kapalı iken, bir kez daha pazarda, sokakta yaşanan kalp çarpıntılarının kaçıp sığınılan bir yer olarak evin tekinsizliğine zemin oluşturan erkek şiddetinin yoğunluğunun altını mor kalemle bir kere daha çizmek istiyorum.

 

 

 

bir radyo z dinleyeni için kalktı. çok ama çok üzgünüm…

sevgili güneş bana ilk kez 27 haziran 2008’de şöyle seslenmişti:

Selam z., Ben şu an Atiye’nin evinde nekahat dönemini müthiş bir şımarıklıkla yaşayan Güneş’im. Burada radyonuzla tanıştım, çok sevdim. Bir şımarıklık da size yapıp çok eskilerden bir şarkı istiyorum. Uzun süren çabalarıma rağmen ulaşamadığım bir şarkıyı, Hümeyra’nin ‘Adım Kadın’ parçasını bulup yayınlarsanız beni çok mutlu edersiniz. Kolay gelsin, sevgiler, Güneş

 

[audioplayer file=” http://radyoz.info/wp-content/uploads/2020/04/humeyra.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

 

bu seslenişle güneş, benim bildiğim otuzuncu dinleyenim olmuştu. onun hollanda’da ‘multi-kulti’ bir radyoda yapımcı olduğunu öğrendiğimde elim ayağıma dolaşmış, heyecanlanmıştım; malum kendi kendimi sağaltmak için başlattığım bir oyundu radyo z.

sonrasında o yaz hollanda’da canım sevim’in evinde ailecek tatil yaptığımızda bir akşam atiye’nin evinde şahane bir akşam yemeği yemiş güneş’le tanışmıştım. ertesi gün sabah yaptığım yayında şöyle yazmışım:

asma yaprağında sardalyeyi hollanda’da hayal edebiliyor musunuz? bu hayal dün gece burada, üç şişe latin şarabı (arjantin, şili, ispanya) eşliğinde gerçekleşti… sevgili atiye, sevim’in dediği gibi hakikaten bir mutfak cini… 

evet dün geceyi, atiye’nin bahçesindeki asmanın altında harika bir yemek yiyerek geçirdik… gecenin bir diğer güzelliği de sevgili güneş’le tanışmam oldu; hani şu radyoya kayıtlı dinleyici olarak katılarak benim elimi ayağıma dolaştıran amsterdamlı profesyonel radyocu… neyse ki sınavı şimdilik geçmişim 😉

bu sabah yayını iki harika kadın, atiye ve güneş,  için

caetano velosa‘dan cucurrucu paloma‘yı

onlar için dinliyoruz.

[audioplayer file=”http://radyoz.info/wp-content/uploads/2017/08/Cucurrucucú-Paloma-Performed-By-Caetano-Veloso..mp3″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

 

bir zamanlar radyoda bir oyun oynamıştık. ben küçük dinleyici grubuma “bir ıssız adaya gidecek olsanız yanınıza alacağınız bir kitap, bir albüm ve bir keyif nesnesi ne olur” diye sormuştum. oyun fikri,  zamanında BBC Radio 4’de yayınlanan “Desert Island Discs”  adlı programındandı. doğrusu şahane bir müzik seçkisi oluşmuştu ve eşimin desteğiyle kapakta herkesin kendi keyif nesnesinin fotoğrafının olduğu ve bütün albümleri içeren birer cd hazırlayarak hediye etmiştim dinleyenlerime. güneş bir türlü tercih yapmamıştı bunun için ve ona bir radyo yayınında şöyle yazmıştım:

ama bir dakika, şimdi aklıma geldi. güneşcim, sen şu sürrealist fıkralı harika schiedam akşamında keyif nesneni söylemiştin değil mi? “cebinde isviçre çakısı olan ve en önemlisi dansedebilen bir adam ;-)”

***

güneş radyoyu hep takip etti, pek çok istek şarkısı oldu, babamın her ölüm yıl dönümde yasımı paylaştı  ve yanımdaki varlığını hep hissettirdi….

yukarıdaki bu metinler radyo z’nin hacklenen sitesinden kurtarabildiğimiz kısımlardan. sitenin hacklendiği haberini verdiğimde de bana yazdığı mesaj şöyleydi:

““… her anlamda bir yaprak dökümü yaşadığımız şu günlerde yokluğunu hissediyordum. iflah olmaz bir iyimser olduğumdan vedalaşmıyor, yeni radyo yayınlarında buluşmak dileğiyle sevgilerimi gönderiyorum…

***

en büyük pişmanlığım gün yüzüyle seni bir kez daha görememiş olmam güneş ve seninle vedalaşmak istemiyorum… müzikle hep “yanında olacağım“…

ve senin ıssız adan için seçtiğim melodiyi tekrar çalacağım.

muammer ketencoğlu akordeon ve vokalde, sumru ağıryürüyen vokalde, tugay başar pan flütte ve özgür salıcı kontrbasta…

ayda mori albümünden bir transilvanya şarkısı bu

saraka inima me

diyoruz.

[audioplayer file=” http://radyoz.info/wp-content/uploads/2020/04/gunes.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

 

zavallı kalbim benim

işte yine sızlıyor

hay hay kalbim hay

beni derinden yaralıyorsun

zavallı kalbim benim

bu acıyla doktorlara gittim

doktorlar kederime, tasama

bir çare bulamadı.

ancak dostlarım ve kemanımın sesi

hafifletiyor biraz kalbimin sızısını.

 

beni çok gerdi; bu kadar konuşulup maske bulunamıyor olması bir yana aslında kullanılma biçimini düşündüğümüzde hiç bir işe yaramayacağı, hatta daha kötü olabileceği gerçeği var. üstelik her gün serviste ve iş yerinde ofis dışına çıktığımda kullanmak zorundayım. boğulma hissi yaşıyorum sürekli; berbat bir şey!

diğer yanda sürekli maskeli insanlarla karşılaşmak garip bir şey. ne yaşadığımızın, neyle karşı karşı karşıya olduğumuzun sembolüne dönüştü benim için ve üstelik bu sembolle dünyayı ve okyanusları  kirletmeye de devam ediyoruz. haberin ayrıntıları için şuradan lütfen. fotoğrafımız bu haberden…

konuşurken ellerin yüze gitmesi meselesi var tabii bir de. ben yüzüne çok dokunanlardan birisi olarak bayağı zorlanıyorum.  dün akşam eve dönerken izlediğim bir canlı söyleşide konuşmacılardan birisi sürekli sakallarıyla oynuyor ve elini yüzüne götürüyordu. twitter’dan “ellerinizi yüzünüzde çekin” diye mesaj atmak geldi içimden (:

bu noktada bunaltan sosyal izolasyon ve hijyen meselesine gelsin diyerek lila downs‘dan şahane bir şarkı dinleyelim.

I envy the wind, rüzgara imreniyorum diyoruz.

[audioplayer file=” http://radyoz.info/wp-content/uploads/2020/04/15.-I-Envy-The-Wind.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

I envy the wind
That whispers in your ear
That howls through the winter
That freezes your fingers
That moves through your hair
And cracks your lips
That chills you to the bone
I envy the wind

***

ve sonra dün birikim dergisinde yayınlanan “insan ruhunun sığamayacağı kadar küçük” başlıklı aksu bora yazısından bir alıntı bırakayım buraya:

“…

Korona sonrası”na dair bütün öngörüler, insanların önemli bir kısmının hayatını kazanamaz hale geleceğini söylüyor. Ekonomik daralma ve işsizlik. Yirminci yüzyılın son çeyreğinde sık sık dile getirildiği gibi, sömürülmek bile bir ayrıcalık halini alacak yani. Kapitalizmin ne işgücü ordusuna ne de yedek işgücü ordusuna ihtiyacı kalacak. Dolayısıyla, çalışmanın reddi, iş saatlerinin kısaltılması talebi, çok eskilerde kalmış, bulanık bir anıya dönüşecek. Dönüştü bile. Home ofis denen çalışma düzeninin nasıl bir “ev kadınlığı” haline geldiğini, mesai kavramının çalışan aleyhine ortadan kalktığını hızla gördük. Uzun çalışma saatlerinden yakınan işçiler bir anda kendilerini işsiz (ya da ücretsiz izinde) buluyorlar. Neyi reddediyorsun yani!

Bunun ideolojik altyapısı Korona’dan önce çoktan hazırlanmıştı. “İşe yaramazlar”ın yedek işgücü ordusu falan değil, düpedüz çöp oldukları, vazgeçilebilirlikleri… Yaşlıların gözden çıkarılabileceğine dair bütün o imalar, “sürü bağışıklığı” lafları falan bu altyapı üzerine pek güzel oturmadı mı? İşe yaramazlar ordusu. Toplumun sırtına yük, refah hırsızları.

Bir yandan da uzun zamandır farkındayız, insan nüfusu, hayatını kazanmak için böyle didinip durmak zorunda değil. Başta tarım sektöründekiler olmak üzere, üretim teknolojilerindeki gelişme, bizi daha az çalışarak yaşayabilecek hale getirdi. Hektarlarca alana mısır ekmek, plastik benzeri tavuklar yetiştirmek, toprağı ekilemez hale getirecek zehirlerle zorlamak, dünyanın bir ucunda üretilenleri öbür ucuna taşımak türünden işlere kalkışmadığımızda, herkesi doyurabiliriz. Dünyanın bir ucunda sefil koşullarda üretilen tekstil ürünlerinden dağlar yaratmaktan vazgeçtiğimizde, herkesi giydirebiliriz.

…”

 

1 13 14 15 16 17 41

kategoriler