başladığım 1Q84 kitabını bu sabah erken saatlerde bitirdim… her ne kadar haruki murakami’nin yaşayan en iyi yazarlardan biri olduğunu düşünmeyip, nobel edebiyat ödülü alacak söylentilerini ciddiye almasam da kendisini pek severim; 1Q84 de şu sıralar tam ihtiyacım olan şeymiş doğrusu. neredeyse 2 aya yayılan bu okuma bir önceki yayında da yazdığım gibi “pause” işlevi gördü benim için; zihnimdeki gürültüyü susturdu ve her kitabı elime alışımda, buralardan uzaklaşıp, iki ayın gökyüzünde ışıldadığı 1Q84 yılına sessizce sıvıştım. geriye dönmek için tek ihtiyacım olan kitabın kapağını kapatmaktı…
***
bugün ofiste çalışıyorum… bir süredir gelmiyordum. caddebostan’daki ofisten taşınalı epey oldu; burası eve bir durak yani yürüme mesafesinde ve neredeyse ev kıyafetleri ile çalışıyorum. üzerinde çalıştığım makale yaşlı bireylerde inaktif aşı etkinliği ile ilgili. yeni işle birlikte bambaşka bir dünyanın içine girdim ve yepyeni şeyler öğreniyorum… az önce makaleye ara verdim ve karnabahar yemeği ve bulgur pilavı pişirdim; artık dışarıdan neredeyse hiç yemek yemiyoruz. bu fiyatlarla anlamsız ve imkansız!
epey kriz yaşadık geçmişte ama sanırım bu en serti ve bir çöküşe doğru gidiyoruz… her evde ve her yerde olduğu gibi bizim evimizde de sıcak konu ekonomi ve sürekli artan fiyatlar; çocuklar tedirgin ve mutsuz!
şimdi size bunları yazarken arkada ayşenur arslan’ın medya mahallesi’ni dinliyorum; yemek yaparken dinlemeye başlamıştım. içinde olduğumuz durumu neredeyse yaşadığımız ve her hücremizle hissettiğimiz yetmiyormuş gibi bir de durmadan yorumları ve “analizleri” dinliyoruz; içimizi kanırta kanırta…
***
bu gece bir rüya gördüm… aslında bir sürü rüya ama aklımda net kalan sadece bu. antalya’da hıdırlık kulesinin çaprazında kule gibi yüksek ve yukarıya çıktıkça daralan antik bir taş binanın içinde bir cafe’de oturuyordum; karşımda birisi vardı ve ona bir şeyler anlatıyordum ama kim olduğunu asla hatırlamıyorum; yüzü bir sisin ardında. arkada bir şarkı çalıyordu ki bu şarkı antalya’daki ilk sabahımda yaptığım yürüyüşte yukarıda fotoğrafını paylaştığım sokakta mermerli’ye doğru yürürken spotify’da rastgele bir listede çalmaya başlamıştı. büyülenmiş ve hemen sonrasında yılın ilk mor salkımını görmüştüm…
evet o şarkıyı dinliyoruz tabii. jane birkin ve yosui inoue birlikte söylüyor;
canary canary
yani kanarya kanarya.
Murakami candir, canandir. Ele alinip da asla birakmak istemedigim yegane yazardir. Ne gariptir ki ben de 1Q84’ya basladigimda kendimi o iki dunya arasinda kaybetmeyi o kadar sevmistim ki, kitaba bir kac yil once baslamis olsam da, son sayfalarini halen okumamakta diretmekteyim, sirf bitmesin diye. Sarki ise ayri bi guzellik, kaleminize saglik.
çok teşekkür ederim 🙂