“Ejderhaların varlığını inkâr edenler genellikle ejderhalar tarafından yenir. Kendi içlerinden.”
– Ursula K. Le Guin
radyonun en sadık dinleyenlerinden biri olan sevgili ok. pandeminin ilk günlerinde yazdığı mektuba devam etmiş.
yazmaktan, kendi cümlelerimizi kurmaktan çok korktuğumuz, unuttuğumuz bu günlerde yaptığı o kadar kıymetli ki. ve içinde olduğumuz bu tuhaf günlerin en fazla sıkıntısını çekenlerden birisi o; eve mahkum edilenlerden!
evet sizleri bu çok güzel mektupla baş başa bırakmadan önce eşlik etmesi için bir ludovico einaudi melodisi bırakıyorum.
experience
diyoruz.
***
Sevgili Ursula,
Uzunca bir süre beklememe karşın, ilk mektubuma yanıt vermediğin için sana kırgın değilim. Kitaplarını birbiri peşi sıra okudukça, aramızdaki mesafe her geçen gün biraz daha kısalıyor. Ya da ben öyle hissediyorum. Işıklar içinde bir yolculukta mısın, yoksa evrenin bir köşesinden gezegenimize bakıp hayretler içerisinde olan bitenleri mi izliyorsun? Öylesine bir merak ki bu benimkisi, sorma!
Bu ikinci mektubumda “sen” diye hitap etmeyi yeğledim. Umarım bunu saygısızca bir davranış olarak değerlendirmezsin. Kendimi sana öylesine yakın hissediyorum ki, bilemezsin.
Yaşamını sürdürüyor olsaydın, eminim ki gezegenimizde ortaya çıkan ve etkisini hız kesmeden bugün de sürdüren Covid-19 salgını ve insanlığın durumu hakkında onlarca cilt kitap yazardın.
Biliyor musun?.. 2021, geçen yılın yıkıntıları üzerinde yol alıyor. Sevdiklerimizle dilediğimizce görüşemez, onları kucaklayamaz olduk. Öylesine tuhaf bir yaşam sürdürüyoruz ki aklımızın sınırlarını zorlamaktan yorgun düşüyoruz.
Pek çok ülkenin adlarını dahi bilmediğimiz sokaklarına kadar dalga dalga yayılan, gezegenimizin neredeyse tamamını esir alan virüsün etkilerinin neler olduğu belirginleşmedi. Bulunan ve yararları tartışılan aşılara yönelik kavram kargaşasının ise ardı arkası kesilmiyor. Covid-19’un gelecekte, hangi alanlarda ne tür yıkımlara sebep olabileceğini öngörebilmek şimdiden mümkün.
İnsanoğlunun, yaşamının her anında meydana gelmesi olası bu olağanüstü değişimlere ne denli ayak uydurabileceğini çok merak ediyorum.
Çok önceden planlanmış girift bezemenin küçücük bir öznesi olmaktan öteye gidemeyecek miyiz? Bizlere biçilen roller gereği, elimize tutuşturulmuş bir metni okuyup seslendiren karakterler olarak yer aldığımız sahnede, bir kelebeğin yaşamından da kısa süreliğine görüneceğimiz ve sonra bir daha hatırlanmamak üzere sonsuzda yitip gideceğimiz düşüncesi giderek zihnimi kuşatıyor.
Bu öylesine bir bezeme ki, her bir figürü bir diğerinin anlamını, orada bulunma nedenini sorgulama yetisinden yoksun…
Kendimce bunları düşünüp dururken; okumuş olduğum, seninle yapılmış bir röportajı hatırladım:
“… uzaylılar bizi ziyarete gelse ve Dünya’yı anlamalarını sağlayacak bir canlıyı incelemek üzere isteseler, yaşlı bir kadını temsilci seçeceğinizi (çünkü onun üç doğumu – kendi doğumu, çocuklarının doğumu ve menopoz- yaşamış tek varlık olduğunu)” söylemişsin. “Şimdi o kadınsınız ve ziyaretçiler sizi kendi gezegenlerine götürecek. Temsilcimiz olarak Dünya hakkında onlara ne anlatacaksınız?” sorusuna ise “Önümüzdeki yüzyıl ve belki de biraz daha uzun bir süre, buraya gelmeden önce dikkatle izlemelerini önerirdim. Çünkü burada işler çokta iyi gitmeyecek gibi görünüyor. İnsanlar hastalanacak, aç kalacak, korkuyla sinecek; insanlar toprak, yiyecek ve su için savaşacak.
Ve onları şöyle uyarırdım: İnsan en çok dövüşmeyi sevmiştir; akılsızca üreyen ve açgözlülüğünün önüne geçilemeyen insan, dünyayı yağmalayıp yoksullaştırmadan ve dengesini bozmadan önce bile. Ama bizim umutsuz vaka olduğumuza karar verip Dünya’nın kapısına ‘GİRİLMEZ’ yazılmadan önce, onlardan şunu da rica ederim:
Durun, bir de müziğimizden örnekler dinleyin, bazı şiirlerimizi okuyun, bir bahçede kan ter içinde çalışan ya da çömlek bir kap yapmak için özenle toprağı şekillendiren bir insanı izleyin, ya da küçük bir insan ailesinin huzur içinde gülüşmelerine ve konuşmalarına tanıklık edin.” yanıtını vermişsin.
Bu yanıtının özünde var olan, bilgi birikimi miydi yoksa önsezi mi? Geleceği görmek için kâhin olmaya gerek yok elbette. Yaşanmışlıklardan ve onların kazandırdığı deneyimlerden yola çıkarak bir çıkarımda bulunabilmek mümkün.
Senin şu cümlelerin geldi aklıma: “Beni bir bilimkurgu yazarı olarak düşünen insanlar, çalışma odamda bir Zaman Makinesi olduğunu duyduklarında şaşırmayacaklardır.” 1
“Darwin’in teorisi, gerçeklik algımızı, her daim geçici olan bilgimizi, büyük ölçüde genişletir. Kendisini test ettiğimiz ve edebildiğimiz, daha fazla şey öğrendikçe, sürekli değişimlere maruz kaldığı müddetçe onu hakiki bilgi olarak kabul edebiliriz – geniş, zengin, güzel bir kavrayış. Ayyuka çıkmış bir hakikat değil, hak edilip kazanılmış bir hakikat.
Görünüşe göre ruhlar âleminde bilgi kazanamayacağız. Onu sadece bir armağan olarak kabul edebiliriz: inancın armağanı. İnanç harika bir kelimedir ve inanılan bir hakikat de harika ve güzel olabilir. İnsanın neye inandığı gerçekten çok önem taşıyor.
Keşke olgusal gerçeklerden bahsederken inanç kelimesini kullanmayı bırakabilsek, o da olduğu yere dönse ve dini inanç ile seküler umut meseleleriyle ilgilense… Böyle yapsaydık bir sürü gereksiz acıdan kurtulabilirdik sanırım.” 2
Ruhlar âleminde bilgi kazanamayacak oluşumuzdan, Uzaylıların gelmesinden vazgeçtim; keşke “zaman makinesi” ile gelebilseydin ve dünyanın kapısına “GİRİLMEZ” yazılmasına engel olabilseydin, “hak edilip kazanılmış bir hakikat” sahibi de olabilirdik.
Kim bilir?
Yanıtını sabırla, umudumu yitirmeden bekleyeceğim.
Sevgiler,
ok.
1 U. K. LeGuin, Boşa Geçirecek Vakit Yok, Pard ile Zaman Makinesi, (sf.100, Mayıs 2014, 1. baskı)
2 U. K. LeGuin, Boşa Geçirecek Vakit Yok, İnanç İçinde İnanç, (sf.141, Şubat 2014, 1. baskı)