mahallenin sokak aralarında yürüyüş yapmaktan sıkılıp bu sabah 6.30’da sahile inip yürüdüm. sadece ben, kargalar, martılar, uzaktan gördüğüm parka bakım yapan iki belediye çalışanı ve bir kedi ile karşılaştım; kimseler yoktu… o tenhalıktan hem biraz ürktüm hem de çok keyif aldım… fotoğraf sabahtan; inanılmaz güzel bir ışık vardı.
yürüyüş müziklerim DeVotchKa‘dandı. bir şarkıyı buraya bırakmalıyım elbette. hadi head honcho‘yu dinleyelim.
sonrasında eve gelip salonu toparladım, kendime bir kahve yaptım ve akşam uyuyakaldığım dizinin son bölümünü izledim; bir danimarka polisiyesi olan the investigation. 2017 yılında işlenen bir cinayetin gerçek hikayesi. sanığı hiç görmeden izlenen bu polisiye tahmin edeceğiniz gibi duygusal olarak sert bir dizi; hikayenin kendisi bir yana coğrafyadan ve kuzey avrupa kültüründen kaynaklanan bir sertlik bu! hikayeye dair bir spoiler içermediğini düşündüğüm için dedektifle savcı arasında geçen bir konuşmayı buraya yazacağım:
dedektif: “… kaç tane cinayet davasında çalıştığımı biliyor musun? 138. ama hiç böyle bir davada çalışmamıştım… danimarka’da her yıl 50 cinayet işleniyor değil mi?“
savcı: “evet yaklaşık olarak.“
dedektif: “çok düşük bir sayı ama bana hiç öyle gelmiyor. çünkü hepsini biliyoruz.“
savcı: “belki daha da medeni oldukça karanlığa bakmaya daha çok ihtiyaç duyuyoruzdur.”
pencerenin önüne koyduğum bulgur tanelerine gelen serçelerin ve kumruların kanat çırpışları, yeme çıtırtıları arasında, mutfak masasında bunları yazıyorum. pencere açık ve tatlı bir sabah serinliği var. karanlığa bakmanın her halini düşünmekten kendimi alamıyorum… herkes iyiki uyuyor (8.30)
***
kahvaltı sonrası mutfağı toparladım. hepimiz evde olduğumuz için ev daha çabuk kirleniyor ve ben “boşluktan” yerdeki her şeye ve toza çok fazla takılıyorum… kalben‘in şarkısı içimde çalıp duruyor. (10.30)
***
gün içinde evde sesler bazen çok yükseliyor… bunlar neşeli sesler de olabiliyor gerginlikler de. bu sefer neşeli bir bağrış çağrış seansının ardından şu anda çocuklar odalarına çekildiler, a. salonda bitmeyen iş konuşmalarından birini daha yapmaya başladı. ben çalışma masamdayım ve etta james dinliyorum. geçenlerde mutfakta iş yaparken gündeme dair haber ve videoları dinlemekten vazgeçip müzik dinlemeye karar verdiğimde dinlediğim etta James‘e geri döndüm…
size de bir tane gelsin; at last elbette. (16.11)
Yazıya başladım, pek keyifle giderken bilmediğim ama dinleyince bayıldığım bir grupla tanıştım, ne kazançlı bir gün, çok teşekkürler. Ülkede hayranı olduğum müzisyenler var ama nasıl rastlaşmamışız diye de şaşırdım; bir yanıyla tını da yabancı gelmiyor, acaba dedim sonra, Radyo Z’de daha önce dinlemiş olabilir miyim?:)
mutlaka radyo z’de dinlemişsinizdir 😉
İki üç gündür hava böyle berrak ve mavi. Poyraz sildi süpürdü anlaşılan, bütün tozu dumanı.
Sahile inebilmene imrendim, ben iki haftadır mahalle içinde dolanmaya talim ediyorum.
Etta James’i At Last’ı pek severim, her duyduğumda o ses içimi yıkıyor sanki. 🙂
aslında biraz şuursuzlukla indim sahile. muhtemelen çok erken olduğu için bir polisle karşılaşmadım :))) nasıl bir saçmanlık diyorum durmadan; sokaklarda, marketlerde dolaşmaya izin varken, sahilde niye yürümüyoruz…ve etta james olağanüstü elbette. çok özlemişim ben de. günlerdir döndürüyorum.