“… Ne diyordum, dünyanın düşünceleri yoktur. Otların canı sıkılmaz. Kurşunkalem kendini ağaç sanır. Ufuk, hüthüt kuşu. …“
– ilhan berk, dün dağlarda dolaştım evde yoktum
yazılmış bu yayına, aynı süreçte benimle olan bir melodi eşlik etsin. joseph tawadros‘dan dinliyoruz;
hidden voices.
bu gece rüyamda ziya paşa’nın iki çiçek şarkısını çalacaktım radyoda… oysa ne ziya paşa’yı tanıyordum ne de iki çiçek diye bir şarkı vardı tabii 😉 sabah elimden olmadan, hafızamda kalan bir şey mi ortaya çıktı acaba diye gugulladım ziya paşa’yı. şairliği dışında çiçeklerden eser yoktu tabii… bir kaç gün önce gördüğüm bir diğer rüyada ise rüyamın içinde rüya gördüm. rüyamda gördüğüm bozuk bir şeyleri düzeltmek için rüyamda uyandım; bozuk olan şeyler önce bir hamur parçasıydı, sonra zarf olabileceğini düşündüğüm bir kağıt parçası. her ikisinin de şekli konveks dörtgendi ve hakikaten uyandığım rüyada bunları düzelttim ve tekrar uykuya geçtim. birbirinin içine geçen bu anlar bir borges öyküsü gibiydi!
epey oldu yazmayalı buraya ve çok şey yaşandı! her şeyden önce acayip seçim yaşadık. yıllardır devam eden ve her defasında hüsranla sonuçlanan seçimlerden sonra bu sonuç bizler için mutlu bir şok oldu sanırım. türkiye genelindeki sonuçlar bir yana istanbul sonuçlarından çok mutluyum; daha önce yazdığım gibi bu şehirde akp’nin pespayeliğini bir kez daha yaşamak istemiyorum. son beş yıldır kentte yaşanan değişimin de devam etmesini hayal ediyorum. bu ekonomik koşullarda önümüzdeki dönem hiç kolay olmayacak ve fakat bir parça da olsa bir değişim umudunu hissetmek sanırım bizlere iyi geldi. en azından bu umudu çocuklarım için hissetmek çok kıymetli… kent demişken buradan calvino‘nun görünmez kentler‘inden bir alıntıyla beraber gittiğim bir sergiye geçeyim.
“Çünkü kentler birçok şeyin bir araya gelmesidir. Anıların, arzuların, bir dilin işaretlerinin ve takasın; öyle ticari anlamda bir takasın değil kelime, anı ve arzuların değiş tokuşudur.”
sergi epeydir devam ediyordu ve ben tam kaçırdığımı düşünürken uzatıldığını öğrendim. son gün asmalımescit’teki sergiye gittiğimde, her şeyden önce calvino’nun dünyasına yeniden dönmem gerektiğine karar verdim; çünkü çok özlemiştim. eve döndüğümde ilk işim görünmez kentleri ortaya çıkarmak oldu… meraklıları serginin kataloğuna şurada ulaşabilir, oldukça ayrıntılı bir katalog.
sergiye giderken yolda karl ove knausgaard‘ın kitabı gökteki kuşlar‘ı okumaya başladım. anneanne, anne ve onun kız çocuğunun ekseninde dönen, kuşlarla sarılı bir novella bu. kitabı, içeriği konusunda en ufak bir fikrim yokken adı ve içindeki kuş fotoğrafları nedeniyle almıştım. sergiye gidiş-dönüş yolunda bitirdim ama hala kitabın içindeyim; bir anlamda kitabın yazılmasına neden olan søren kierkegaard’ın kırdaki zambak ve gökteki kuş kitabını okuyorum çünkü. knausgaard için bu kitabın fikri, arkadaşı fotoğrafçı stephen gill’in “direk” adı altında derlediği fotoğraflarını görünce oluşmuş; bu fotoğraflardan nasıl etkilendiğini the new yorker dergisinde 2 Mayıs 2019’da yazdığı “to be a bird” (kuş olmak) makalesinde de anlatmış. hakikaten inanılmaz etkileyici fotoğraflar. kuşlara meraklıysanız bilirsiniz; onların dünyasına biraz olsun girince elinizde olmadan bir bağ kuruyorsunuz. ben de bir süredir kendimi onlarda uzak tutamıyorum…
kierkegaard “karşılaştırma huzursuzluğu” dediği şeyden muzdarip olan bizlere gökteki kuştan ve kırdaki zambaktan öğrenebileceğimiz ilk şeyin sükut etmek olduğunu; çok sözün ve gevezeliğin endişeye götüren bir yol olduğunu söylüyor… taşlarla, toprakla, kumla, kuşlarla, çiçeklerle, otlarla, ağaçlarla yani doğanın kendisiyle gerçek bir bağ kurmaya başladığınızda bu sükut hali kendiliğinden geliyor sanki… seçimden önceki cumartesi günü bizim mezunlar derneği’nden bir grupla birlikte ataşehir’deki botanik parkına açan sakura ağaçlarını görmeye gitmiştim. hemen herkes sakuraların peşindeyken ben henüz açmamış lotusların (nilüfer çiçekleri) başından ayrılamadım; hala bir yanım orada, o derin ve bir o kadar canlı sessizliğin içinde…
Görünmez Kentler ne kitaptır ama! . Bir kez de ben altını çizmiş olayım:) Ve öneriye uyuyor derhal joseph Tawadros dinlemeye başlıyorum:)
bir ömür boyunca sürekli dönülecek kitaplardan biri kesinlikle <3
İki çiçek şarkısı’nı okuyunca, aklıma Delibes’in Lakmé operasındaki ünlü Duo des fleurs (Flower Duet) geldi.
Acaba, dedim? 🙂
Burada:
https://youtu.be/C1ZL5AxmK_A?si=6dtno3bjJ63Vo_DF
ne kadar güzelmiş, hiç bilmiyordum bu parçayı. çok teşekkür ederim <3
Knausgaard, anneanne-anne-kız çocuğu ve kuşlar demişsiniz ya, ay! Yazarı ne özlediğimi ve okuma tıkanıklığı yaşadığım şu zamanda ne iyi gelebileceğini düşündüm. İlginçtir, bugün anneanne tarafından soy ağacıma bakıp annemle anneannemi ve onun anneannesini konuşuyordum. Bana bir pencere açtınız. Gökteki Kuşlar’ı edineceğim. Okurken parçayı da dinledim, çok hoş bir eşlikçiydi. Çok teşekkürler. xx
ilk kez okudum ben Knausgaard’u. yazdıklarınızdan çıkardığım devam etmeliyim. bence seversiniz bu kitabı. parçayı sevmenize de çok sevindim 🙂