“Dünyanın sonu geldi, umudun bir anlamı kalmadı, şehirler silindi, şarapnel müzik yapıyor… “
bu haftasonum bir öykü* olsa nasıl olurdu diye düşündü kadın; sıradan, bazı anları çok keyifli, bazı anları olağan iniş çıkışlar barındıran iki gün. genel olarak yağmurlu, bulutlu, puslu ve serin. yılın son günlerinin ruh hali de havada tabii. durdu ve “hadi, kendini bir öykünün kahramanına dönüştür ” dedi…
hayat “rüyalarımdaki gibi olsa keşke” dedi önce, sonra “rüyalar hayatım olsa” diye değiştirdi isteğini; hala gecenin bir yarısı içinden çıktığı rüyanın etkisindeydi çünkü. rüya evreninde, daha parlak renklerin içinde, daha yoğun bir ışıkta, genel olarak saçma ve olağanüstü bir kurguda, olaylar sarpa sarsa da belirsizliğin bir önemi olmuyordu. doğasında öngörülemezlik olan bir hayatın içinde olduğunun sonuna kadar farkında olup belirsizliğe takılıp kalmak onun “hastalığıydı”; tedavisi olmayan hastalığı.
gece yağmur başlamıştı. sabah 6.30 gibi kalktığında hala devam ediyordu; pencereleri açtı, salona ve mutfağa serin hava ile birlikte önce ıslak toprağın ardından da doğanın kokusu doldu. troid ilacını aldı ve spotify’daki sabah listesini açtı. dişlerini fırçalayıp aynı anda bacaklarını esnetirken, mozart’ın inanılmaz melodisine bıraktı kendini; zihni boşalmış bir halde sadece ağzında diş macunun tadıyla birlikte, dişlerini ve bacaklarını hissediyordu (mozart’tan canzonetta sull’aria)
listedeki diğer parçalarla bedenini rahatlattı ve önünde uzanan güne hazırlandı. çalışma masasını toparlarken gündeme dair bir şeyler dinledi. özlem gürses’in tamamen makyajsız, bembeyaz bir suratla ve titreyen sesini dinlemek sabah için hiç iyi bir başlangıç gibi görünmemekle birlikte “elimizdeki hayat bu, görmezden mi geleceğiz yani” dedi. sonra patojenlerin, enfeksiyonların, tanı ve tedavinin evrenine gitti. daha önce okuduğu ve düzelttiği metinlerin üzerinden tekrar geçiyordu ve her defasında daha iyi ifade edilebilecek cümleler buluyordu; daha anlaşılır, daha az belirsiz ve daha yalın!
kahvaltı hazırlamak için kalktı. diyet listesindeki öneri sıcak irmik helvası (bitkisel sütle yapılmış, badem ve kuru üzümle tatlandırılmış) ve haşlanmış yumurta idi. bizim irmik helvasıyla bunun bir alakası olamaz diyerek doğaçlama ve sağlıklı bir irmik helvası yaptı. iki yemek kaşığı irmiği tavada yağsız bir şekilde pembeleştirdi. bir çay bardağı yulaf sütüne yarım trabzon hurması ekleyerek blender’dan geçirdi. irmiğin üzerine bu karışımı döktü. irmikler hafifçe kabarmaya başladığında badem yerine ezilmiş üç ceviz ekledi. birazcık kabarmasına izin verdi ama çok yoğunlaşmadan tabağına aldı, üzerine bir çay kaşığı bal ve tarçın ekleyerek yedi; kesinlikle hayal ettiğinden çok daha güzeldi. bütün bunlar olurken bana göre tv‘nin YouTube kanalında yayınlanan katharsis‘de nevşin mengü’yü dinledi. programın formatı ve o acayip koltuk, arkadan çalan müzik, psikolog gökhan çınar’ın o “derinden gelen sesi” genel olarak onu rahatsız etse de, bazı konukları dinlemekten kendini alamayıp her defasında “bir insan neden ekranda kendini böylesine açar” diye düşünüp hemen ardından “sen neden izliyorsan o yüzden” diye kendine yanıt verirdi. üstelik kendisinin, diğerlerinin, herkesin bloglarda, sosyal medya ortamlarında yazmasının, görünmesinin, varolmasının nedeni neyse bu da oydu belki de. nevşin mengü’nün enerjisini, hayata bakışını ve duruşunu severdi ama bu programda tuhaf bir kırılma yaşadı ona ilişkin. her durumda, her soruya karşılık “olur böyle, normal, napalım, bu da böyle…” şeklinde özetlenebilecek hali iyi gelmedi ona. sonra kendi kırklı yaşlarını düşündü ve “hayatı olduğu gibi kabul etme” ruh halinin o zamanlar başladığını hatırladı; belki de bu ruh halinin nedeni bu dedi kendi kendine.
sonrasında gün normal akışında devam etti; çalıştı, çocuklarla konuştu, gündeme göz ucuyla baktı ve ara ara yağan yağmur nedeniyle canı hiç dışarıya çıkmak istemedi. akşam bir aile buluşmasında çok keyifli saatler geçirdi. gece bire doğru yatağa girdiğinde çok uykusu olmasına rağmen bir türlü uykuya geçemedi; gözlerini kapattı kendisini rahatlatmak için uyguladığı nefes tekniklerinden biriyle zihninde phaselis antik kentinde dolaşmaya başladı; aklına nereden gelmişti phaselis asla bilmiyordu. biraz yürüyüp sonra kendimi ikinci koyda suya bırakırım diye düşündü ama sarnıçlara çıktığında uyku onu ele geçirmişti artık (glen hansard & markéta irglová‘dan sleeping)
gece çok gece uyumasına rağmen sabah 6.30’da uyandı ve hemen yataktan kalktı. hava hala yağmurluydu; pencereleri açtı, doğanın seslerinin antropojenik (insan kaynaklı) seslerle henüz maskelenmediği sabahın karanlığında duyduğu seslerin tadını çıkararak kendini güne hazırlandı.
ardından spotify’da bulabildiği bütün gloomy sunday yorumlarını toparladığı bir liste yaptı, melodileri döndürürken, yeni yıl temalı bilgisayar duvar kağıdı, fincanı ve camındaki yılbaşı süsleriyle çalışmaya başladı. çalışırken beğenmediği yorumları listeden çıkarıyordu…
eşi uyandı; haftada bir gün birlikte kahvaltı yapıyorlardı ve o sadece pazarları siyah çay içiyordu kahvaltıda. sakin, keyifli bir kahvaltı yaptılar. biraz iş konuştular, biraz gündemi ve elbette çocukları. ikisi de bir hafta sonra yapacakları tatil için heyecanlıydı. notion’da ortak olarak tuttukları “bir gezide alınacaklar listesi”ne göre küçük küçük hazırlıklara başlamaya karar verdiler. olağanüstü karina gezilerinden yıllar yıllar sonra ilk kez birlikte yılbaşı günlerinde bir kış tatili daha yapacaklardı!
çalışırken ara ara gündemi izledi, bir şeyler okudu ve internette gezdi. HTŞ’nin lideri golani, artık asıl adı olan ahmed hüseyin eş-şara ve yeni bir imajla ekranlardaydı. önce takkeyi çıkarıp, sakalını bir hipster sakalına dönüştüren bu karakter takım elbise giymişti. ama şimdi de kravatıyla ekrandaydı. “her ne giyerse giysin, her ne söylerse söylesin gözlerindeki karanlığı kapatamıyor” diye düşündü. yüzünde tek bir gerçek duygu ifadesi yoktu genel olarak! “acaba bu imaj çalışmasını, kendisinin dönüştürüldüğü şeyi, yeni kabuğunu nasıl taşıyor, aynaya baktığında ne hissediyor” diye düşündü.
bütün bunlar olurken akşama kadar bambaşka gloomy sunday** yorumları kafasının içinde döndü durdu. ama hungarian noir başlıklı albümü keşfetmek bu hafif puslu haftasonunun en güzel yanıydı.
*sevgili la paragas‘ın “Yazıdan gecenin bu hoş vaktinde öykü tadı aldığımı söylersem abartmış olmam sanırım” yorumu üzerine yazıldı!
** Kasvetli Pazar” (Macarca: Szomorú Vasárnap), “Macar İntihar Şarkısı” olarak da bilinir. Macar piyanist ve besteci Rezső Seress tarafından bestelenen bu şarkı, ilk kez 1933’te yayımlanmıştır. Orijinal sözleri “Vége a Világnak” (Dünya Sona Eriyor) başlığını taşır ve savaşın neden olduğu umutsuzluğu konu alır. Daha sonra şarkı, farklı sözlerle birçok kişi tarafından yeniden yazılmış ve seslendirilmiştir.
1941’de caz ve swing müzik şarkıcısı Billie Holiday’in şarkıyı yorumlamasıyla, “Kasvetli Pazar” uluslararası bir popülerlik kazanmıştır. Ancak, Lewis’in sözleri intihara dair temalar içerdiğinden, plak şirketi şarkıyı “Macar İntihar Şarkısı” olarak tanımlamıştır. Şarkının özellikle Macar dinleyiciler arasında birçok intihara sebep olduğu iddiası, bir şehir efsanesi olarak dilden dile dolaşmıştır. Daha fazlası için tıklayınız.
Şarkıları dinliyorum ama intihar etmeye niyetim yok, Macar olmadığım için mi acaba :)))
Phasilis yazmışsın ya, ne kadar uzun zamandır oraya gitmediğimi anımsadım, ne güzeldir oysa. Hele sonbaharda yabani sıklamenler açmışken. Nisan’da gelebilirseniz bir koşu gidelim mi?
Gündem insanı ne kadar yorup ne kadar üzüyor, TV’den de Twitter’dan da kaçmak istiyorum ama heyhat, her yerde buluyor insanı, hem nereye kadar kaçabilirsin ki?
Yaklaşan tatiliniz için iyi dileklerimi yolluyorum, keyifli geçsin ve çok sevgiler…