“Ne vakit babamın yokluğuna gitsem
Babam bana bir şey diyor…“
-birhan keskin
helva yaptık ve komşulara dağıttık annemle; malum babamın ölüm yıldönümüydü. eski radyo z dinleyenleri bilirler babam için her 5 mart günü şarkı çalarım ve o günün akşamında birer kadeh rakı içeriz. dün hem şarkı çalamadım hem de rakıyı pas geçtik! ama bugün, geçmişte babamla ilgili radyo z’ye yazdıklarımdan bir kolaj yaparak şarkımı çalacağım. bu metinler, zamanında iki kez hacklenen radyo z sitelerinden kurtarabildiklerimiz.

“05 mart 2008 – babam enteresan bir adamdı… belki babasız büyümüş olmasından, diğer babalara pek benzemezdi; ne otoritesini kullanma, ne de sevgisini gösterme biçimiyle…zamanında, “cazla rakı içilmez” diyerek, hayatta ıskalanmaması gereken şeylere ilişkin derslerinden birisini vermişti bana… zamanında müzik, vs üzerine babamla konuştuklarımızı şimdi biraz daha farklı formatta ama aslında aynı içerikle bizim oğlanla yapıyoruz… tezer, the delikanlı, hani bize esip de bir orhan gencebay falan dinlemeye kalksak, ‘nasıl ya, nasıl ya, siz nasıl bunları dinlersiniz‘ diye esip gürlüyor… ben de ona tam da babamın bana dediği gibi diyorum ki; ‘bak dinle, bir şey ancak bu kadar güzel anlatılır…’.
bu dünyadan göçtüğünde henüz 63 yaşındaydı. ben onu bildim bileli ölmekten korktu, sanırım onunla erken buluşacağını bir şekilde bildiğinden. yaşamayı deli gibi severdi, ruhunda bir haytalık ve çocukluk hep vardı… mükemmel miydi? değildi elbette…”
07 ekim 2008 – “… tatilde çocuklarla babamın mezarını ziyarete gittik, benim yıllarca yapmaktan kaçtığım bir şeyi onların daha erken yaşamasını istemiştim çünkü. tezer allak bullak oldu tabii, genç bir insanın mezarı başında doğum tarihini fark ettiğinde ‘oha çok gençmiş bu ya’ oldu, erken girdiği ergenliğin etkisi ile zaten dalgalanıp duran ruh hali, kontrolden çıkan dili ve bedeni ile orada iyice karıştı. babamın yanında gözyaşlarıma engel olamadığımdan gelip yavaşça sırtıma elini koydu, delikanlı olmaya çalışan bir tavırla bana destek olmaya çalışmıştı… ada ise nerede olduğumuzu ve ne yaptığımızı bile sorgulamaksızın, orada kendi çapında eğlendi. bir mezarın tepesine çıkıp, babamın mezarı için çiçek topladı…
dönüşte ağlayarak tek başına giden bir kadına, iki kadın yanaşıp ‘ağlama, allah onu senden daha fazla seviyormuş‘ dedi… ölüme böyle yaklaşıldığını daha önce hiç duymamıştım… az önce bahçeye indim, bir çay alıp oturdum. bizim bahçıvan gelip, ‘hocam mantar topladım alır mısın?‘ diye sordu. sorusunun yanıtını almadan bana hızlıca bir tarif verip, üzerine bu tarifle dün akşam yediği mantarın yanına iki bardak şarap çaktığını söyledi… elime yeni toplanmış mantarları tutuşturdu ve gitti…”
05 Mar 2010 – “… her 5 mart günü babam için çalıyorum ama bazılarınız onu hiç tanımıyorsunuz… hadi bu sefer, erdoğan koç kimdi biraz onu anlatayım… istanbul’a tapardı; yukardaki fotoğraf onun son İstanbul seyahatinden. ali yüksek lisans tezini ona adadı ve teze ‘istanbul rüya gibi bir şehir diyen babam için’ notunu düştü… kadere söylenen şarkıları severdi ve kolay ağlardı… rakısını bir mevsim meyvesi ile akşam üzeri içerdi… annemle harika dans eder; kafası iyi olunca iyi göbek atardı… hayatı deli gibi severken, son 10 yılını onu kaybetme korkusuyla yaşadı… bu dönemde annemden gizli gizli sigara içerdi… öfkeliydi… hele suç kendisindeyse bağırarak üste çıkmaya bayılırdı… harika voleybol oynar, gençlerle olmaya bayılırdı… fena halde fenerbahçeliydi. hayatı boyunca anlaşılamadığını düşündü galiba ve ben şimdi onun haklı olduğunu düşünüyorum… arılardan ve yılanlardan çok korkardı… anılarını büyük bir keyifle anlatırdı ve ben defalarca dinlediğim o anıları her defasında zevkle dinlerdim… ‘baba’ olmayı bilmezdi; belki babasız büyümüşlüğünden… onu ‘iyi baba’ yapan da buydu zaten… ve hiç mükemmel değildi, öyle bir derdi de yoktu… ”

5 mart 2012 – “bu sabah mahallenin esnafıyla birlikte muzaffer bey’in pastanesinde kahvaltı yaptım. muzaffer bey, bostan sahibi, nakliyeci ve liseye giden kızı, emlakçı. masaya kitabımı bıraktığımda muzaffer bey ‘abla hep okur’ dedi ardından ‘her zamankinden mi abla?’ dedi. ‘evet ama çay büyük olsun’ dedim… bostan sahibi ‘ne okuyorsunuz?’ diye sordu. ‘tirza, hollandalı bir yazarın kitabı’ dedim, sustum; geriye söyleyecek bir şey yoktu. hollanda’nın orta sınıf insanlarının romanı ve bunalımları. bundan önce de amerikan orta sınıfının bunalımlarını anlatan bir roman okumuştum desem enteresan olabilirdi. ordan çıkıp, nakliyeci, ‘bizim bunalımlarımızı kim anlatacak peki’ diye devam etse şahane olurdu mesela… aklımdan bunlar geçerken, durdum ve ‘bugün babamın ölüm yıldönümü, 10 yıl oldu’ dedim. herkes şaşırmış bir halde ‘allah rahmet eylesin’ dedi. ne niyetle bunu söyledim bilmiyorum, hayır duası almak için değil elbette… içim acıyordu, babamı özlemiştim, yataktan kalktığımdan beri bu özlemi aklımdan atamıyordum ve paylaştım; öylesine, uluorta… sonra bütün gün işte huzursuz ve keyifsizdim. kimseye babamdan söz etmedim ve her zamankinden farklı olarak akşam olsun babam için rakı içip klasik türk müziği dinleyeyim diyemedim. rakının fikri bile içimi acıttı. bizim the delikanlı, yatmadan hemen önce gelip ‘bugün dedemin ölüm yıldönümü değil mi?’ dedi. boğazımda kocaman bir düğüm ‘evet’ dedim. sonra onu babam gibi öptüm. şimdi çocuklar uyuyor. ben ortaya karışık bir şekilde müzik arşivimi dinliyorum ve votka tonik içiyorum. huzur içinde yat baba. zeki müren senin için yıldızların altında diyor.”
05 Mar 2013 – “her zaman bir kozanın içinde kalmayı tercih ettim. beni çok yakından tanıyanlar bunu bilir, daha az tanıyanların da bu konuda bir fikri olduğuna eminim. kendime kimseyi, ama kimseyi kolay kolay yaklaştıramam. bir mesafe hep kalır… hele bir sorun varsa, kozamı elden geçirir, iyice sağlamlaştırırım, elimde değil… anne olana kadar, belki de çocuklar kendi kozalarını örmeye başlayana kadar demeli, bu yanımla bir sorunum yoktu. sonra baktım, kendi çocuklarımın kozalarını kırmaya çalışıyorum… ve biliyorum o kozalar gittikçe sağlamlaşacak ve benim kırmam mümkün olmayacak. işte o zaman çok ama çok canım acıyacak… bir dönem annemle, her şeyin olabildiğince yolunda olduğu ‘mutlu’ bir ailede, en güzel yılların çocukların lise ve üniversitede okuduğu yıllar olduğuna karar vermiştik. birlikte olmaktan keyif alınan, herkesin kendini farkettiği ve yaşadığı, henüz hastalıkların amansız bir şekilde bastırmadığı yıllar… bir diğer deyişle gerçekten bir arada olunan zamanlar…
john berger ‘Hatırlamak (remembering), harfi harfine tarif edilecek olursa, üyeleri (members) yeniden bir araya getirmek, onlara o bütünün üyeliğini yeniden iade etmek (re-member) anlamına gelir.’ diyor… ve artık benim küçük ailemi hatırlamak, sadece fotoğraflarda mümkün. yıllar geçtikçe, kayıpların ardından geriye siyah beyaz bir rüya kalıyor. kötülüklerden, yoksunluklardan ve acılardan arındırılmış, steril bir geçmiş. geriye kalan karanlık parçalarsa, kozalarımızın içinde öylece duruyor aslında… evet bazılarınız biliyor. bugün 5 mart, babamızı kaybettiğimiz gün ve radyo z’de her yıl olduğu gibi bu yıl da onun için dua niyetine sevdiği müzikleri dinleyeceğiz. akşam yemeğimize ise bir kadeh rakı eşlik edecek. ruhuna değsin diye…”
Huzurla uyusun baban ve tüm giden babalar, unutulmaları mümkün değil.
Babanın ruhuna bir şarkı da ben göndereyim ve dinleyeyim istedim. İlk anda aklıma aşağıdaki geldi, inan ki yıllardır dinlememiştim ama çok severim. Sözleri Necip Fazıl’ınmış,a ne gam. Niğdeli hemşerim Hüseyin Gökmen çok güzel bestelemiş ve billur sesli Nesrin sipahi söylemiş:
Akşamı getiren sesleri dinle
https://www.youtube.com/watch?v=w4Ir9rFszjU
çok teşekkür ederim. nesrin Sipahi’yi çok severim çocukluğumdan beri. insanı çok rahatlatan bir sesi var değil mi?
erken göçüp gitmiş babaların onları hep çok özleyen kızlarıyız biz…
benimki de İstanbul’a aşıktı. rakıyı seven, öfkesi burnunun ucunda, güzel seven, güzel dans eden….biraz da bu yüzden, okurken burnumun direği sızladı. nurlarda yatsın hepsi.
paylaştığımız en kadar çok ortak ortak yanımız varmış babalarımızla ilgili. hakikaten o erken göç, çok derin bir yara açtı benim içimde.
Benim babam da babasız büyümüştü. O da tam “baba” gibi değildi, iyi ki değildi. Biraz efkarlandığında bizi kucağına alıp öper öper, biraz ağlardı. O da erken öleceğini düşündü hep.
Güzel baban, babalarımız için tüm evrenlerin en güzel cennetlerini diliyorum.
önce sevgili şule, şimdi de sen ve ayşegül. babalarımız ortak paydamız anlaşılan <3
O kadar güzel yazmışsınız ki… iyi ki bu yazıların birazını kurtarabilmişsiniz. Kelimeler de hatıralar kadar kıymetli. Nur içinde kalsın babanız.
kesinlikle öyleler. zaman geçtikçe hatırlar öyle silikleşiyor ki, yazmak bu yüzden de çok kıymetli.
Ne güzel dökmüşsün kelimelere, ne içten, olduğu gibi. Ne kıymetli kayıtlar…
Yattığı yer incitmesin, ruhu şad olsun babacığının. Çok erken ayrılmış aranızdan. Varlığını da yokluğunu da yüreğimde hissettim.