moskova’da…

… Severim tutuşturulan anız dumanını
Ve sararmış tarlanın ortasında, tepede
Görünen bir çift huş ağacını…

-m. y. lermantov, anayurt

son günümüzü tam olarak planladığımız gibi geçirdik… ilk olarak GES-2 kültür merkezi’ne gittik; burası 1904–1907 yılları arasında “Tramvaynaya” (tramvay güç santrali) adıyla inşa edilmiş ve moskova’nın ikinci büyük elektrik santraliymiş. santral 2014 yılında kapatılmış; 2015 yılında bir vakıf tarafından satın alınmış ve sonrasında dünyaca ünlü bir mimarlık grubu olan “Renzo Piano Building Workshop” tarafından renovasyonu yapılmış. bu grubun işlerinden birisi bizim istanbul modern’imiz…

inanılmaz etkileyici olan bina sovyet dönemi halk evleri veya halk kültür evleri’nden yola çıkılarak bir kültür merkezi olarak tasarlanmış; içerde atölye’lere katılan, ders çalışan, arkadaşlarıyla sohbet eden, hatta güneşlenen gençler vardı ağırlıklı olarak. ön taraftaki ahşap heykellerin olduğu bir çim alanın ötesi ise minik bir huş korusuydu. tasarımda özellikle huş ağaçları (betula) tercih edilmiş çünkü bu ağaç rusyanın simgelerinde biri ve slav kültüründe “beyazlığın, saflığın, yenilenmenin” sembolü olarak kabul ediliyor…


şans eseri çok güzel üç sergiye de denk geldik. “split together, merged apart” sergisi, sovyet arkeolojisi ile modern sanat ilişkisini, 1937’den itibaren Özbekistan, Kazakistan ve Türkmenistan’da gerçekleştirilen harezm bölgesine yönelik arkeolojik ve etnografik çalışmalar bağlamında ele alıyordu.

bir diğer sergi ise olga chernysheva‘nın dream street sergisiydi; kent yaşamının sessiz hikâyelerini, görünmeyen karakterlerini ve “sıradan olanın içindeki şiirselliği” anlatmaya çalışan bu sergideki bir fotoğrafın alt metnini senin için buraya bırakıyorum neslihan. bu yolculukta hangi kitabı okudum sorusunun yanıtı ise YKY yayınlarından çıkan ve lermantov’un eserlerini bir araya getiren profil kitabıydı; aslına bakarsan okudum diyemem. ara ara şiirlerin arasında gezdim sadece.

Dünya, Onu Görenin Gözlerinde Değişir
Yolda okunan kitaplar, bilet parçalarıyla sayfaları işaretlenmiş…
Gerçeği değiştiren renkli camlar gibi, kitaplar da büyülerini yapar ve herhangi bir yolculuğun kontrolünü ele geçirebilir. Bir kitapla seyahat etmek, stratosfere yapılan bir yolculuğa benzer. Evet, metin tüm çevrenizi değiştirir: Gözlerinizi sayfadan kaldırdığınızda, az önce okuduğunuz metnin ruh haliyle çevrenizdeki her şeyi görürsünüz. Bu, gerçeğin şekillenebilir olduğunu ve metni yansıtacak şekilde dönüştürülebileceğini gösterir. Muhtemelen bu yüzden daha fazla iyi kitap okumalısınız
.”

oradan çıktıktan sonra planladığımız gibi geleneksel ve biraz turistik bir rus lokantasında yemek yedik, ortam son derece renkli, yemekler lezzetli ve fiyat makuldü. bir iletişim kazası olarak gelen ev yapımı tatlı birayı ben içtim. itiraf edeyim oldukça yorucu bir içkiydi ve elbette bitiremedim!

günün sonuna doğru yerin altına indik ve tespit ettiğimiz önemli ve nispeten kolay ulaşabileceğimiz metro istasyonlarını tek tek gezdik… en az iki saat süren bir geziydi bu. moskova metrosu yalnızca bir ulaşım aracı değil, aynı zamanda bir sanat galerisi, bir tarihî miras ve şehrin ruhunu yansıtan kamusal mekân olarak görülüyormuş; bu yaklaşımı kesinlikle sonuna kadar hak ediyor… tarihi duraklar stalinist mimari, mozaikler, mermerler, avizeler ve sosyalist gerçekçi sanatla süslü… yeraltı sarayları olarak anılan istasyonlar arasında en ünlüleri barok stil ve tavan freskleriyle komsomolskaya, art deco tarzıyla mayakovskaya, ukrayna temalı mozaikleriyle kiyevskaya, vitray pencereleriyle novoslobodskaya imiş.

bizim gezdiğimiz ve gördüğümüz metro istasyonları şunlardı; chistye prudy, biblioteka imeni lenina, belorusskaya, mayakovskaya, kiyevskaya, arbatskaya, park kultury, ploshchad revolyutsii, park pobedy, VDNKh, sportivnaya, okhotny ryad, sokolniki ve frunzenskaya. atladığım mutlaka vardır… istasyonları merak ederseniz isimlerin üzerine tıklayın lütfen. bu arada yukarıdaki fotoğrafta gördüğünüz kırmızı alan kaybolan çocuklar için; bir çocuk kaybolduysa bu alanda durup bekliyor ve bir görevli gelip onunla ilgileniyor. bunun yeni ve çizgi karakterli bir versiyonu dönüyor metrolardaki ekranlarda…

benim en çok etkilendiğim istasyon sanırım ploshchad revolyutsii  oldu. bu istasyona ilişkin tezcan karakuş candan’dan bir alıntıyı aşağıya bırakayım (yazının tamamı için lütfen tıklayınız):

“… Ploshchad Revolyutsii İstasyonu 1917’deki Sovyet Devrimi’nin kahramanlarını temsil eden çiftçi, işçi, asker, sporcu, pilot, çocuklar dahil 80 adet bronz heykellerle bir devrim geçidi. Bronz heykeller arasında yer alan köpek ve horozun başına ve burnuna dokunulmasının şans getirdiğine inanılmakta. Sütunların her birinin köşesinde bulunan bronz heykeller devrimin bugüne taşınmasının sanatsal tanıkları olarak geçmişi özenle bugüne taşıyorlar. Revolutsii yani Devrim Meydanı İstasyonu, mimarlığın bellek izinin korunması ve geleceğe taşınması noktasındaki sorumluluğunun ne derece önemli olduğunu bir kez daha bize hatırlatıyor…”

heykeller kararmışlar ancak bazı yerleri—ayakkabının ucu, bir kadının dizi, bayrağın ucu, flamanın sopası, köpeğin burnu, horozun başı, …—altın gibi parlıyor; geçenlerin dokunmalarından olduğunu anlıyoruz bir süre sonra (yukarıdaki yazıyı döndükten sonra okudum); sanki bu istasyonun bir ritüeli; insanın etrafındakileri dokunarak fark etmesini, hissetmesini sağlıyor, heykellere bir anlamda can veriyor; şans meselesini çok aşan bir şey bu!

bütün bunların yaşandığı günün ertesinde gayet konforlu ve yaklaşık dört saat süren bir tren yolculuğuyla st. petersburg’a geçtik. neredeyse kesintisiz bir şekilde devam ormanlara, nehirlere, su kenarlarına, mataramdaki şarap eşlik etti. niye müzik dinlemedim bilmiyorum; bunun için çok pişmanım…

anlatacak çok şey var; ayrıntıları unutmadan devam edeceğim elbette ama şimdi tarlada bir huş ağacı duruyordu adlı parçayı dinleyelim.

nikolay gres ve alexandrov kızıl ordu korosu tarafından seslendirilen eski bir rus halk şarkısı bu. ilk olarak 1790 yılında geleneksel bir rus halk dansı şarkısı olarak yayınlanmış. bazılarınızın daha önce dinlediğine eminim.

Tarlada bir huş ağacı duruyordu,
Tarlada kıvırcık bir huş ağacı duruyordu,
Lyuli-lyuli duruyordu,
Lyuli-lyuli duruyordu.

Tary-bari, rastabari,
Beyaz karlar yağdı, gri tavşanlar dışarı fırladı.
Avcılar atlarını sürdüler, tüm köpeklerini saldılar,
Güzel kızı korkuttular!
Sen, kız, dur! Dur, dur, dur!
Güzellik, bizimle bir şarkı söyle, söyle, söyle!
Çuvil’im, çuvil’im! Çuvil-navil, vil-vil.
Bir mucize daha — ilk mucize, mucize-vatanım!

Biri huş ağacını kırsın,
Birinin kıvırcık saçını çimdiklesin,
Lyuli-lyuli bük,
Lyuli-lyuli çimdiklesin.

Nakarat

Ormanda yürüyüşe çıkacağım,
Ve beyaz bir huş ağacını kıracağım,
Lyuli-lyuli, yürüyüşe çıkacağım,
Lyuli-lyuli’yi kıracağım.

Nakarat

1 Response

Leave a Reply