her seçim süreci ve sonu…

en nihayetinde bize, tavan yapan egoları, taş kesmiş kabukları, bıçak gibi keskin sınırları, en uzağa ben işerim tavırlarını, memleketin siyasetçilerinin iğrenç eril dilini ve küstahlığını sunuyor.

bu durum, siyasetçiler ve kendine gazeteci diyen güruh bir yana “taraftarlar” açısından da böyle. sonucun yarattığı ruh haliyle hemen herkes ‘kötücül’ haline geri döndü, kimileri sessizken bülbüle döndü ve taraflar saflarını yeniden sıklaştırdı.

ben yarattığı umut, neşe ve keyif nedeniyle, onun da ötesinde partisinin yıllardır dile getirmediği konuları bağıra bağıra söylemesi ve barışacağız diye haykırmasından dolayı ince’ye her şeye rağmen “hakkımı helal ediyorum” ve oy verdiğim hdp’nin mecliste olmasından dolayı da mutluyum.

ancak, bir arkadaşımdan, sevgili noir’den aldığım aşağıdaki alıntı her şeyin özeti diyerek bir daha oy kullanmama kararının eşiğinde olduğumu da söylüyorum.

Bizim tahayyülümüzde adam(lar)
-hiçbir zaman- kazanmadı, kazanmazlar…

Adamlık bilmez bunu.

***

ve tekrar olabildiğince normalleşmeye çalışıyorum pek çok kişi gibi. sosyal medyayla arama bir mesafe koymaya ve haberlerden uzak kalmaya çalışmak ilk yaptıklarım. evvelki gün akşam, haberlere hiç bakmadan bamya ayıklayarak pavarotti dinledim; herkese tavsiye ederim ama müzik insanın yüreğine yüreğine vuran bir melodi olmalı;

örneğin o sole mio

çok iyi geliyor, kesin bilgi.

[audioplayer file=”https://radyoz.info/wp-content/uploads/2018/06/Luciano-Pavarotti-O-sole-mio.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

bu arada çocuklar yok. kız antalya’da tatil, oğlansa ispanya’da staj yapıyor. ikisinin de keyfi yerinde ve mutlu. bu nedenle ben de mutluyum ama onları özledim; annelik tuhaf bir şey. ömrümün sonuna kadar buna şaşacağım sanırım.

ben tam bunları yazdım, oğlan aradı. bugün tatil günüymüş. uzun uzun konuştuk. yediği en değişik şeyleri,  evde nasıl yaşadıklarını, şefin ona verdiği bisikleti ve şefin nasıl bir adam olduğunu, ispanya’daki hayatı, bizim memlekette her şeyin nasıl da değersizleştirildiğini, okul bittikten sonra en azından bir süre memleketten çıkıp uzaklarda yaşaması gerektiğini konuştuk… (28 haziran, 16.40)

***

cumartesi ve ben yine saat altıda ayaktaydım. eskiden sahile yürüyüşe inerdim ama bir süredir sabahları ayaklarım çok kötü kalkıyorum; bir ortopediste gitmeyi daha ne kadar erteleyebileceğim bilmiyorum.

rüyalarla uyandım. bir ev kiralamıştık, salon gittikçe genişliyordu sanki. kapısını açıp içeriye girdiğimizde geriye doğru gittikçe büyüyormuş gibi hissettim odayı; sürekli genişleyen evren gibi, bütün eşyalar birbirinden uzaklaşıyordu. oradan nasıl çıktığımı hatırlamıyorum ama halıları değiştirmemiz gerektiğine karar vermiştik çıkarken. kalitesiz ve berbat bir mavi halıfleks kaplıydı yerler. rengini değiştiremeyecektik, ev sahibi elindekilerle kaplayacaktı. daha temiz olması için… evin avlusu gibi bir yerde plastikten ağaçlar vardı. hepsini tek tek yerinden sökerek ilerlediğimi hatırlıyorum ve en sonunda bir tanesini daha söktüğümde onun gerçek minik bir muz fidanı olduğunu anladım. tam o sırada uyandım…

akşamdan kalan bir kaç parça bulaşığı yıkadım. o esnada diana cluck aslında aydınlık bir sabaha hiç de uygun olmayan melodilerini söylüyordu ve mutfak penceresinin önündeki dut ağacının üzerinde bir karga sanki acı içinde, sessizce ötüyordu. üzerinden üç karga defalarca çığlıklarla geçtiler… sonra hangi ara olduğunu anlamadığım şekilde hepsi birden ortadan kayboldu.

[audioplayer file=”https://radyoz.info/wp-content/uploads/2018/06/12-a-million-miles-from-home-Diane-Cluck.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

kahvemi yaptım ve çalışma masama oturdum, mürdüm ağacını seyrettim. bütün çiçeklerini açtı ve hatta artık dökülmeye başladılar. sabah kalktığımda olan pamuk pamuk bulutlar da kayboldu, gökyüzü neredeyse tamamen masmavi şu an. bunu sevmiyorum… (30 mayıs, 07.20)

***

kahvaltı yaptık ve a. ‘yı yolcu ettim. sonra bir kahve daha yaparak  the leftovers‘ı bitirdim. ben çok sevdim ama bu diziyi tavsiye etmek konusunda tereddüt yaşıyorum. herkese göre değil sanki. ayrılmayı, geri dönmeyi ve daha da önemlisi kaybetmenin insana neler yapabileceğini anlatıyor. biraz gerçeküstü, biraz inançla harmanlanmış ve çok ama çok fazla metafor barındıran bir dizi. müzikleriyse olağanüstü; hem max richter  melodileri hem de diziye eşlik etmesi için seçilen diğer tüm melodiler.

dizinin ana teması, the departure son melodimiz olsun.

[audioplayer file=”https://radyoz.info/wp-content/uploads/2018/06/Max-Richter-The-departure-Full-Version.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

fotoğraf şu andan. diziden sonra temizlik, çamaşır ve ütüyle geçen günün ardından yeşil çayımı içerken yazdıklarımı toparladım. (18.56)

 

Leave a Reply