“sonsuzluk varsa
son-uç yoktur“
― bora ercan
üç kitap, bir film ve hissettiklerimle döndüm. melodimizi yazıya eşlik etsin diye başa bırakıyorum bu sefer.
mari samuelsen çalıyor
timelapse
[audioplayer file=”https://radyoz.info/wp-content/uploads/2020/01/Mari-Samuelsen-Timelapse.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]
***
ilk olarak juan carlos onetti‘nin kısa hayat‘ı ve şu sıralar varoluşumuza dair hissettiklerim…
kitapta senaryo yazarı brausen, karısının geçirdiği ameliyattan sonra bedenen ve ruhen farklı bir kadına dönüşmesi nedeniyle, kendi yarattığı bir şehirde, kendi yarattığı insanlarla, kendi yarattığı hikayelere sığınıyor ve bambaşka bir gerçekliğe dönüşüyor hayatı… bu başka gerçekliğe geçişi tetikleyen şey kitapta bir hastalık olsa da, bir süredir neredeyse hepimizin bambaşka gerçekliklerde yaşadığı gibi bir hisse kapılmış durumdayım. bir yanda sosyal medyanın tetiklediği iletişim ortamında, hafızamızı sürekli zayıflatarak, durumları, düşünceleri, duyguları ve itirazları sanki kolektif bir eylemmiş gibi paylaşırken jung’un “kolektif bilinç” dediği şeyi tamamen yok ediyor gibiyiz. diğer yanda çocukluğumuz, genlerle gelen davranış kalıplarımız, travmalarımızla ve içinde doğup büyüdüğümüz, bulunduğumuz sosyal çevrelerle bir anlamda kendi yarattığımız ve sadece kendi içi sesimizi duyduğumuz, onetti’nin hayali şehri santa maria gibi, karadan kopuk bir ada‘dayız. bu beni yoruyor artık…
bu arada kitabı okuyun derim… kolay bir okuma değil, ciddi emek istiyor. ama çok iyi bir metin ve çok iyi bir çeviri okumuş olacaksınız. ve elbette alef yayınevi‘nin diğer kitaplarını da atlamayın diyorum…
***
bir diğer şey bir süredir içime kaçan “asyalı”, güney kore’li yönetmen bong joon-ho’nun parazit filmi ve güney kore’li yazar hwang sok-yong’un tanıdık şeyler kitabı…
geçen yaz ankara dönüşü hayatıma sokmaya çalıştığım ayurvedik beslenme macerasının nasıl olduğunu asla hatırlamadığım bir noktasında karşıma güney kore’li genç kadınların vlogları çıktı ve bunu diğer asya ülkelerinden genç kadınların vlogları takip etti. kendimi tuhaf bir şekilde mutfakta çubuklarla yemek yaparken ve küçük kaselerle yemek yerken buldum. stüdyo dairelerde, çok güzel mutfaklarda, doğada, çeşitli cafe ve restoranlarda ve steril bir hayatın içinde, kamera, telefon gibi teknolojik olanakları en iyi şekilde kullanarak, iyi ışık ve çok iyi kurgulanmış ortamlarda çekilen bu vloglar ben de önceleri tuhaf bir bağımlılık etkisi yaptı. izlemeye doyamadım bir süre ve hayatımıza pek çok yeni tat ve yemek tekniği kattım; artık sabahları omletimi japon omleti tamagoyaki gibi yaparken, bir tür turşu olan kimchiye bağlandım, internette asya ürünleri satan mağazaları takip etmeye başlayıp soya ezmesi miso ve soba noodle servis edilen bambu sepetlerden aldım ve bütün bunlar olurken vloglardaki kurgulanmış hayatın öbür yüzünü gösteren bir film vizyona girdi ve ben tesadüfen rafta bir kitaba rastladım; film parazit ve kitapsa tanıdık şeyler‘di.
parazit kesinlikle son yıllarda izlediğim en iyi filmlerden birisi. bambaşka hayatların birbirinin içine geçtiği şehirlerde zıvanadan nasıl çıkılabileceğinin ve aslında delirmenin nasıl da eşiğinde olabileceğimizin şahane bir anlatımı. filmin ilk yarısında salondaki gülüşmelerin ve hissedilen neşenin ikinci yarıda bir anda bıçak gibi kesildiğini ve seyircilerin film bitene kadar nasıl gerildiğini oturduğunuz yerden hissediyorsunuz. izlemediyseniz izlemelisiniz…
tanıdık şeyler ise o güney kore’li genç kadınların steril dünyalarında yarattıkları çöpün kendi evrenini anlatıyor; kitap seul’un çöplüğünde yaşayan, çöp toplayan, hayatını çöpten kazanan insanların, çocukların gözünden hikayesi.
yarattığımız her türlü “çöp” inanılmaz boyutta; bir gün bunun altında kalacağımız muhakkak…
***
ve bora ve sonsuzun çocukluğu…
geçen elli yılın ve elbette son yazdan beri geçen sürecin kitabı bu; hastane odalarından sökün etmiş, o odaların üzerine kocaman bir gökyüzü koyan, hayatı, her soluk alışı o odalara çeken, zamanda dönen, eşikleri çağıran, kendi har’ında yanan sözcüklerle bora bu kitabı kucağımıza bırakıverdi.
hep baktığımız yere bambaşka açıdan ve hiç bilmediğimiz bir pencereden bakmak gibi bu kitap diyerek şuraya minik bir alıntı bırakayım:
herakleitos’dan bu yana
hiç bir nesne ikinci kez bakıldığında
aynı değildir
boşluk bile her bakışta farklı görülür
sonsuzluk bile
her seferinde……..