ve kafamı çevirip göğe baktım… yağmur durmuş… gökyüzü gri, sakin bir gri; bir şeye hevesi yok gibi. öylece ağırlığını derin derin soluyor, o kadar…

sabahtan beri takıldığım bir şarkıyı çalmaya başladım yeniden… kulaklığı taktım… sesi açtım…

araya telefon görüşmeleri, whatsapp’dan işle ilgili yapılan yazışmalar girdi… girmeye devam edecek…

bir es’e, bir durmaya ciddi  ihtiyacım var  artık ve fakat etrafımdaki uğultu kesintisiz artıyor…

bu arada kırlangıçlar geliyor… biliyorum onlar hem havanın kokusunu hem de sesini yaşanır hale getirecekler… dün bir ara öyle yemeğinde, küçük bir grup leyleğin geldiğini gördüm. rüya gibiydi, bir kaç kişi daha görmese hayaldi diyeceğim…

gelsinler, lütfen gelsinler…

bu balçığın içinde bizi boğulmaktan ancak kuş sesleri ve kanat çırpışları kurtarır…

ah bir de yeni zelanda’da maoriler tarafından kutsal kabul edilen  whanganui nehricanlı varlık” olarak kabul edilmiş. bu neden bir ilk anlamak zor; insanların aldığı “nefesin” bu kadar tartışmalı olduğu bu gezegende, insanoğlu hariç, her şey canlı zaten…

ne mi dinliyorum?

micatone habire dönüyor içimde

handbreak 

diye diye.

[audioplayer file=”http://radyoz.info/wp-content/uploads/2017/03/Micatone-Handbrake.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

 

bir araba koleksiyoncusu… 70 yaşında… halep’deki evinde müzik dinliyor…

bu hayatta, bu dünyada bir gün hepimiz kendimizi bambaşka nedenlerle, kendi evinin, alışkanlıklarının, kazandıklarının, tüm kıymetlilerinin yıkıntıları arasında bulabiliriz; her şey bir pamuk ipliğine bağlı.

o yüzden tüm sahip olduklarınıza her hücrenizle bağlanmayı mı yoksa her an onları kaybetmeye hazır olacak şekilde yaşamayı mı tercih edersiniz bilmiyorum.

zor soru!

dünden beri durup durup bu fotoğrafa bakıyorum… içimden sürekli ama sürekli

… yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın. bu şehir arkandan gelecektir…” *  diyorum…

mohammed mohiedin anis’in hikayesini merak ediyorsanız şuradan buyrun.

ne mi dinleyeceğiz?

elbette malek jandali.

echoes from ugarit 

diyoruz.

[audioplayer file=”http://radyoz.info/wp-content/uploads/2017/03/06-Echoes-from-Ugarit.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

* k. kavafis (çeviren cevat çapan)

burada uzun sessizlikler olması da ondan..

8 mart için bir kelime bile edemedim, kadınlar için tek bir şarkı çalamadım… hayat öylece akıp gidiyor, zihnim bulanık ve işle dolu. geriye pek de bir şey kalmıyor zaten; berbat bir şey bu.

emekli olup her şeyi unutup farsça öğrenmek, bütün bildiklerimi unutup, enerjimi bu inanılmaz güzel dile vermek istiyorum.

az önce durdum, her şeyi bıraktım, çayımı yudumlarken, nefes olsun diye,  mohsen namjoo dinlemeye başladım. 2016’da personel cipher adlı  yeni bir albüm çıkarmış meğer, atlamışım 🙁

evet ses olsun diye mahsen namjoo’dan bir parça geliyor. ama yeni albümden değil, benim bağlandığım eski bir parçasını

dinliyoruz.

zolf 

elbette…

[audioplayer file=”http://radyoz.info/wp-content/uploads/2017/03/Mohsen-Namjoo-Zolf-bar-bad-made-HQ-SOUND.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

 

ve ben 2007’den beri her beş mart günü babamı radyo z’de müzikle andım, küçük anekdotlar anlattım ve hemen her yıl dönümünde akşamları klasik türk müziği dinleyip ali’yle rakı içtim; ruhuna değsin diye… bugün de bu ritüeli bozmayacağız elbette…

şu sıralar bir dizi izliyorum; adı this is us. bir ailenin ve ailenin tüm üyelerinin  farklı dönemlerini kronolojik olarak değil olayların akışına ve gelişmelere bağlı olarak, ileriye, geriye sararak izliyorsunuz. bazen bir sonda, her şeyin en başına gittiğiniz oluyor, bazen de bir başlangıcın aslında nasıl da geçmişle doğrudan bir bağı olduğunu fark ediyorsunuz. aile olmak tuhaf bir şey; bir ağla sarmalanmış gibi bir bağ bu. kendinizi çocuğunuzun karşısında, annenizin nefret ettiği haliyle bulduğunuz gibi, karşınızda çocuğunuzun babanız gibi baktığına da tanık oluyorsunuz; bütün bunlar kendiliğinden ve hiç planlamadan oluyor üstelik… önce kaybolup sonra bir anda kendinizi aşina olduğunuz bir yerde bulmak gibi…

babamla son günlerinde hastanede yaptığımız bir kaç konuşma vardır; gerçek anlamda yaptığımız konuşmalar sadece onlardır diye düşünürüm hep. ne yazık ki ne anne ve babalar ne de çocuklar tam olarak birbirlerine açılmıyor bu hayatta; sözcüklerin üzerinde hep gri bir örtü bırakılıyor. o konuşmalardan birinde “çok değiştim z. kendimi tanıyamıyorum” demişti bana. ne demek istediğini yıllardır anladığımı sanıyordum. ama sanırım daha yeni anlamaya başladım.  çünkü geçmişi tuhaf bir şekilde arkamızda bırakırken hem unutuyoruz hem de evriliyoruz; hem içsel hem de dışsal nedenlerle…

bu yıl için de bu kadar yeter diyerek aşağıya daha önce radyo z’ye yazdığım iki 5 mart yazısını da bırakıyorum

***

ve baba, müzik olarak da bir değişiklik yapıp sana şevval sam çalıyorum… kızacaksın belki ama güzel söylüyor be bu kadın 😉

sen hep beni mazideki halimle tanırsın

diyoruz.

[audioplayer file=”http://radyoz.info/wp-content/uploads/2017/03/Şevval-Sam-Sen-Hep-Beni-Mazideki-Halimle-Tanırsın-II-Tek-2012-Kalan-Müzik-.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

***

5 mart 2010

size 3 yıldır babamdan sözediyorum ve her 5 mart günü onun için çalıyorum ama bazılarınız onu hiç tanımıyorsunuz… hadi bu sefer, erdoğan koç kimdi biraz onu anlatayım… istanbul’a tapardı; yukarıdaki fotoğraf onun son istanbul seyahatinden. ali yüksek lisans tezini ona adadı ve teze “istanbul rüya gibi bir şehir diyen babam için” notunu düştü… kadere söylenen şarkıları severdi ve kolay ağlardı… rakısını bir mevsim meyvesi ile akşam üzeri içerdi… annemle harika dans eder; kafası iyi olunca iyi göbek atardı.. hayatı deli gibi severken; son 10 yılını onu kaybetme korkusuyla yaşadı… bu dönemde annemden gizli gizli sigara içerdi… öfkeliydi… hele suç kendisindeyse bağırarak üste çıkmaya bayılırdı… harika voleybol oynar, gençlerle olmaya bayılırdı… fena halde fenerbahçeliydi. hayatı boyunca anlaşılamadığını düşündü galiba; ve ben şimdi onun haklı olduğunu düşünüyorum… arılardan ve yılanlardan çok korkardı… anılarını büyük bir keyifle anlatırdı; ve ben defalarca dinlediğim o anıları her defasında zevkle dinlerdim… “baba” olmayı bilmezdi; belki babasız büyümüşlüğünden… onu iyi baba yapan da buydu zaten… ve hiç mükemmel değildi, öyle bir derdi de yoktu… onu “mükemmel” yapan da buydu… evet ruhuna değsin diye ve babamız için bugün müzeyyen senar söylüyor her sabah her seher…

 

10 mart 2012

bu sabah mahallenin esnafıyla muzaffer bey’in pastanesinde kahvaltı ettim. pastaneci, bostan sahibi, nakliyeci ve liseye giden kızı, emlakçı. masaya kitabımı bıraktığımda muzaffer bey “abla hep okur” dedi ardından “her zamankinden mi abla?” dedi. “evet ama çay büyük olsun” dedim…bostan sahibi “ne okuyorsunuz?” diye sordu. “tirza, hollandalı bir yazarın kitabı” dedim, sustum; geriye söyleyecek bir şey yoktu. hollanda’nın orta sınıf insanlarının romanı ve bunalımları. bundan önce de amerikan orta sınıfının bunalımlarını anlatan bir roman okumuştum desem enteresan olabilirdi. ordan çıkıp, nakliyeci, “bizim bunalımlarımızı kim anlatacak peki” diye devam etse şahane olurdu mesela… aklımdan bunlar geçerken, durdum ve “bugün babamın ölüm yıl dönümü, 10 yıl oldu” dedim. herkes şaşırmış “allah rahmet eylesin” dedi. ne niyetle bunu söyledim bilmiyorum, hayır duası almak için değil elbette… içim acıyordu, babamı özlemiştim, yataktan kalktığımdan beri bu özlemi aklımdan atamıyordum ve paylaştım; öylesine, uluorta…

sonra bütün gün işte huzursuz ve keyifsizdim. kimseye babamdan söz etmedim ve her zamankinden farklı olarak akşam olsun babam için rakı içip klasik türk müziği dinleyeyim diyemedim. rakının fikri bile içimi acıttı… bizim the delikanlı, yatmadan hemen önce gelip “bugün dedemin ölüm yıl dönümü değil mi?” dedi. boğazımda kocaman bir düğüm “evet” dedim. sonra onu babam gibi öptüm… şimdi çocuklar uyuyor. ben ortaya karışık bir şekilde müzik arşivimi dinliyorum ve votka tonik içiyorum… huzur içinde yat baba…

zeki müren senin için yıldızların altında diyor.”

hem de cuma neşesi olsun diye, işe kısa bir mola vererek, radyo z’ye epey uzaktan, erzurum’dan katılan sevgili bilge için dinliyoruz şimdi.

pink martini

amado mio

diyor.

[audioplayer file=”http://radyoz.info/wp-content/uploads/2017/03/Amado-mio.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

sevgili bilge de kırmadı ve ve benim ıssız ada sorularımı yanıtladı; pink martini tercihi bundan dolayı…

ıssız ada soruları bbc radio 4’de 1942 yılından beri yayınlanan bir radyo programı olan Desert Island Discs‘den. her programın bir konuğu oluyor, konuk kazazede kabul ediliyor ve ona yanında olmasını istediği 8 adet ses kaydının (aslında hepsi müzik olmak zorunda değil), kutsal kitaplar hariç bir kitabın ve bir lüks, kıymetli nesnenin ne olacağı soruluyor.

radyo z henüz tamamen arkadaş ve tanıdıklardan oluşan küçük bir grupken bu oyunu oynamış ve herkese yarim ali’nin de desteğiyle tüm müzik tercihlerinden oluşan bir dvd hediye etmiştim. dvd’nin kapağında herkesin kendi keyif nesnesi vardı; keyifliydi…

evet sessizce ve fakat düzenli bir şekilde beni takip eden dinleyicilerim siz de ortaya çıkıp bir ‘ce’ demek isterseniz ben buradayım ve sorularınız yukarıda. bunun dışında size kimsiniz, kimlerdensiniz demem…

imajın kaynağı için şuradan lütfen

 

düşlerin ve masalların geldiği ve her şeyin daha yavaş aktığı bir evrene kavuşmak hayaliyle, sevgili öykü’ye, nice yaşlara, nice masallı günlere, nice adımlanmış yollara diyerek

hang massive çalıyorum.

beats for your feet

diyoruz.

ve borges’den minik bir masalı usulca buraya bırakıyorum:

“Chuang Tzu düşünde bir kelebek olduğunu gördü, ama uyandığında, düşünde kendini bir kelebek olarak gören bir insan mı, yoksa düşünde kendini insan olarak gören bir kelebek mi, olduğunu bilemedi.”

[audioplayer file=”http://radyoz.info/wp-content/uploads/2017/03/HANG-MASSIVE-BEATS-FOR-YOUR-FEET-2012-HD-.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

imaj öykü’nün kendisi ve onun masal evreni 😉

rüyamda, görüntü olmaksızın, “nazım’ın bir dizesi var”  diyerek uyandım…

hangi dize bilmiyorum… rüyanın başı sonu yok… sadece bu cümle… tek başına, görüntüsüz, ışıksız, karanlık bir cümle…

uzun bir süredir nazım’ı hiç okumamışken, düşünmemişken, içimin hangi dehlizinden, hayatın hangi çağrışımından çıktı geldi bu cümle bilmiyorum…

ve acaba hangi dizeydi?

yanıma bir nazım kitabı alarak çıkmak istedim sabah ama telaşla unuttum…

servise bindiğimde google maharetiyle memleketimden insan manzaraları’nın pdf’lerini bulup biraz okudum. aşağıdaki dizelerde takıldım kaldım ve o dizelerle siste ilerleyen serviste kendimi uykunun kucağına bıraktım.

kulağımda, alexandre tharaud, 

schubert‘in

impromptus, op. 90, d. 899: n. 3‘ünü

çalıyordu.

[audioplayer file=”http://radyoz.info/wp-content/uploads/2017/03/Alexandre-Tharaud-Schubert-Impromptus-op.-90-D.-899.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

kargalar gördüm

gübreden kalkıp

dallara konup

ezanlar okuyorlar.

Bir adam gördüm

oturmuş derenin başına;

yol vermiyor aksın

içiyor tekmil suyunu.

Geyikler gördüm

kaçıp gitmezler,

koşarlar peşinden avcının

vur, diye ille bizi…

ama güneş tuhaf, parlak bir griliğin ardından parlıyor. sanki gökyüzü parlak opaktan bir levha gibi… hava ılık ve ben yağmur yağsın istiyorum. şu doğayı canlandıran yağmurlardan; yağdıkça yeşili şenlendiren, toprağı susuzluğundan gideren cinsten…

günler öylece geçiyor. büyük ölçüde çalışarak… arada yavaş yavaş da olsa bir şeyler okuyorum ve bir şeyler izliyorum. ama şu sıralar pek onlardan burada söz edemiyorum; niye bilmiyorum…

belki, manchester by the sea‘yi anmalıyım. filmi çok sevdim ve tüm oyuncuların sade ve sakin oyunculuğunu, denize paralel uzanan kasabanın güzelliğini, nefis deniz fenerini, şahane müziklerini…  casey affleck’den yansıyan, içinize çarpan o keskin ve derin acıyı hissetmekse zordu. filmi, gözlerimde hafif bir nemle, izledim… bittiğinde minik bir göz yaşı damlası yanağımdan kaydı, geçti.

bazı filmlerin bazı sahneleri vardır; her şey gider ama o anı hiç unutmazsınız. benim için bu filmin o sahnesi şu yukarıdaki fotoğrafın olduğu sahne…

filmin müzikleri büyük ölçüde klasik müzik eserleriydi. ama burada bambaşka bir melodi çalmak istiyorum…

the ink spots ve ella fitzgerald söylüyor

I am beginning to see the light.

[audioplayer file=”http://radyoz.info/wp-content/uploads/2017/02/The-Ink-Spots-Ella-Fitzgerald-Im-Beginning-To-See-The-Light.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

kim olduklarını epeydir çok merak ettiğim iki dinleyenim, aniden, ortaya çıktı.

birisi sivas’dan diğeri tekirdağ’dan…

eğer buralarda, yakınlarımdaysanız, böyle kısacık da olsa bir “ce” derseniz beni tahmin edemeyeceğiniz kadar mutlu edersiniz; aklınızda olsun…

elbette onlara “kimsiniz, kimlerdensiniz” demedim; ıssız ada sorularımı sordum. bir insanı hafifçe tanımak için güzel ve yeterli sorular bunlar çünkü.

şimdi hoşgeldiniz niyetine,

önce, sevgili s.’ye, ıssız ada’ya bir enya albümü ile gideceği için

may it be

[audioplayer file=”http://radyoz.info/wp-content/uploads/2017/02/Enya-May-It-Be.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

ve hemen ardından, bir türkü seçkisi ile ıssız adaya gideceği söyleyen sevgili g.’ye, epeydir döne döne dinlediğim ve bana çok iyi hissettiren kerem sevinç‘in zazaca türküsü

perperik

geliyor.

[audioplayer file=”http://radyoz.info/wp-content/uploads/2017/02/Kerem-Sevinç-Perperik.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

bir de bu iki güzel kadın için hafif bir nergis kokusu bırakıyorum buraya…

1 31 32 33 34 35 41

kategoriler