havada tek bulut yok ve ben mutluyum. normalde bulutsuz havalar beni gerer ve mutsuz eder ama bunu özledim doğrusu. pırıl pırıl güneş iyi geldi…

memleketin havasının ağırlığı yetmezmiş gibi üstüne çivi de çiviyi sökermiş niyetine cioran‘la söyleşilerin olduğu ezeli mağlup adlı kitabı okuyorum. şuraya küçük bir alıntı bırakayım:

“… İktidarın kötü, çok kötü olduğuna inanıyorum. Onun varlığı karşısında mütevekkil ve kaderciyim, ama bir musibet olduğunu düşünüyorum. Bakın, iktidara ulaşmış kimseler tanıdım ve bu korkunç bir şey. Ünlü olmayı başaran bir yazar kadar korkunç bir şey. Üniformalı olmak gibi bir şey bu; üzerinizde bir üniforma varsa, artık aynı insan olamazsınız: İşte, iktidara ulaşmak da, daima aynı olan görünmez bir üniformayı giymektir. Kendime soruyorum: Normal olan, ya da normal gibi görünen bir insan, iktidarı neden kabul eder? Sabahtan akşama meşgul yaşamayı neden kabul eder? Muhtemelen hükmetmek bir zevk, bir zaaf olduğu içindir bu. Bunun içindir ki kendi isteğiyle iktidardan feragat eden hiçbir diktatör ya da mutlak şef örneği yoktur. (…) İktidar şeytanidir: Şeytan, iktidar hırsı olan bir melekti sadece. İktidarı arzulamak insanlığın uğradığı en büyük lanettir.

***

günler hemen hep çalışarak geçiyor ve bu hafta sonu da eve işle gidiyorum. artık tatillerim de doldu! şimdilik yapacak bir şey yok. ömrümüzü satmaya devam ediyoruz…

***

masamdaki kardelenler de sonlarına yavaş yavaş teslim oluyorlar. buna da cioran’dan bir alıntı yapalım:

yaşlılık kesinlikle yaşamış olmanın bir cezasıdır

 

ve bajar‘ı dinleyelim

berfin

yani kardelen

diyoruz.

[audioplayer file=”https://radyoz.info/wp-content/uploads/2017/02/Bajar-Berfîn-Nezbe-©-2009-Kalan-Müzik-.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

 

sevgili leylakdalı oldu.

öykümüz şebnem işigüzel’in gül ile fikri‘si.

“… Karısının elini tutup başucuna oturdu. ‘Bir gün sonra ölecek olsa bile, şimdi yaşıyor’ dedi kendi kendine. Hemşire, doktora yanılmış olmasının imkansız olduğunu anlatıyordu. Çıkarken pervaneyi çalıştırmışlardı. Pervane başlarının üzerinde dönüp duruyordu. Karısının karanlık yüzündeki derin gölgeleri seyretti. Karısının acıyla aralanmış dudaklarını. Sonsuz bir mutluluk ve heyecanla seyretti karısını. Onun yaşıyor olduğunu düşünerek. Bundan sonsuz bir mutluluk duyarak…”

rengi siyah.

ve müziğimiz

müzeyyen senar‘dan

ömrüm seni sevmekle nihayet bulacaktır.

[audioplayer file=”https://radyoz.info/wp-content/uploads/2017/02/Müzeyyen-Senar-Ömrüm-Seni-Sevmekle-Nihayet-Bulacakt-r.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

 

öykümüz o’henry‘den yeşil kapı;

“… Merdivenin başında durup merakla etrafına baktı. Sonra koridorun diğer ucuna gitti, geri döndü, bir kat yukarı çıkıp şaşkın bir şekilde yaptığı araştırmayı orada da sürdürdü. Binadaki bütün kapılan yeşile boyanmıştı...”

rengimiz yeşil

ve parçamız bizim buradaki buz gibi günümüze çok uygun

balmorhea‘dan

the winter

geliyor.

[audioplayer file=”https://radyoz.info/wp-content/uploads/2017/02/Balmorhea-The-Winter.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

fotoğraflar iki gündür masamı süsleyen kardelenler…

 

bugüne mahsus; hem öykü hem aşk için…

‘içinde aşk olan bir öykü adı’ ve ‘bu öyküden küçük bir kuple’ istiyorum.

bununla bitmiyor tabii: ‘bu öykünün rengi ne olurdu?’ diye soruyorum ardından ve ‘bir şarkı’ eklemenizi istiyorum.

 

ve ben başlıyorum…

öykümüz bilge karasu’dan ‘ilk susan

“... Üç defa ışıktan çalmak istedim seni, bir kolun, bir koltuğun, bir elin kavrayışında. Üçüncüde ben kasıldım. Sense denizle ışığın boğuştuğu yerdeydin. Kış henüz geriniyordu; ötende nisanlaştı. Mevsimler uzunluğunca peşinden geldim.

Susuyordum hep. Ama, yanına gelip, durduğumu, durup durup daldığımı, senin için söylediğim sözleri yanındakilere dönerek söylediğimi fark etmişsindir. Bir deniz kenarında, bir gün köprü üstünde, bir de kof bir lodosun çalkantısındaki güvertede, bakıp gülmüştün. Susuyor, anlıyor ve gene susuyorsun sanmıştım.

Bir gün bir çocukluk resmini çıkardın bir kitabının içinden; kokulu, kırışmış. Aldım, konuştuk. O zaman, nihayet çözülebilen iplerini gerisinde sürüyerek açılan bir sal gibi, arzuyu attığımı duydum. Gecesi, bir elektrik feneri altında, gözüne kaçan bir kirpikle uğraştım. Başını, öylece durgun ve boş, önüme uzatan ikinci çocuk oluyordun. Kirpiği çıkardıktan sonra bir an bakmıştım kapalı gözlerine. Başlarımızın arasından rüzgâr güç süzülecek oldu. Nefeslerimiz, nefesimiz ondan kuvvetli idi. Açılan gözlerinde iki yumuşak fener gördüm. Karanlıkta güneş titredi; deniz, sayısız hayvan yıllarının sesiyle uğuldadı. Uzaklaştın. Ayrıldık. Yürüdün ışığın altından. Ardında asfalt, ışıkla beraber eriyordu adımlarının içinden, sessizlikte...”

rengi elbette van gogh sarısı, benim için aşkın rengi…

ve şarkımız ayla algan‘dan

bir aşk hikayesi.

diyoruz.

[audioplayer file=”https://radyoz.info/wp-content/uploads/2017/02/A-k-Hikayesi-Ayla-Algan.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

 

bağırarak ve çırpınarak uyandım. değme senaryolara taş çıkartacak bir hanibal öyküsü içindeydim; hem de suçlu olarak… kimseler psikanalitik yoruma girmesin diye ayrıntı vermiyorum.

sabah yataktan kalkıp geldiğim mutfağın taş zemininde ayaklarım buz gibi dikilirken ve suyumu içerken rüyayı baştan hatırlamaya çalıştım; araya çok fazla karanlık alan girmişti. oysa ilk uyandığımda tüm detaylar aklımdaydı…

merak ettiğim şey, bazı rüyalarımızda bizim olan yüzler neden değişir. rüyamdaki ben’in yüzü bana ait değildi. acaba bir yerlerde rastladığım ve unuttuğum bir yüz müydü, yoksa parçaları birleştirerek yeni bir yüz mü kurgulamıştım. kimbilir; ursula’nın dediği gibi “rüyalar kendini açıklamalı…”

 

sonra servise bindim…

karanlıkta, servis denize paralel öylece ilerlerken ve çevremdekilerin uykusunun sesini dinlerken nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde babam aklıma geldi… kilolu, kırmızı kırmızı yanakları olduğu ve rakı neşesiyle gözlerinin pırıl pırıl parladığı yıllar. ne olduğunu anlamadan gözlerimden yaşlar boşaldı… bıraktım; kendimi…

sonra iş…bütün gün bu vakte kadar kafamı kaldırmadan, öğle yemeği yerken bile, iş…

bir ara araya, tweeter’da iki dakika, gündemde ne oluyor diye gezmeye çıkmışken,  sevgili murat’ın babasını kaybettiğini öğrendim… sabah gelen gözyaşlarının, yeniden kaldığı yerden geri dönmesiyle, bir nefeslik sürede dağıldım, bir nefeslik sürede toparladım; mecburdum…

babaların kaybının ağırlığı farklıdır diye düşünürüm hep; bir rüyadan geriye kalan karanlık alanlara benzer alanların onlarla ilişkilerimizde de olduğundan belki de…

 

ve bütün bunlara paralel, aklımda gün boyu dönen can yücel dizesi;

“… Bu dünya, yoruldu mu kuşlar konsun diyedir, ve Tanrılar boşluktan bıkınca…”

 

hadi adamları dinleyelim

rüyalarda buruşmuşuz

diyoruz.

[audioplayer file=”https://radyoz.info/wp-content/uploads/2017/02/ADAMLAR-Rüyalarda-Buruşmuşum-Rüyalarda-Buruşmuşuz.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

bağıra bağıra eşlik etmek isterseniz diye sözleri şuraya bırakayım:

 

Kafayı taktım çıkardım
Uzak yakın dekor tuzak
Savaş meydanında bir tutsak
Uyu uyan unutsak

Başımdan büyük dertlere yar oldum
Biraz bildim az da uydurdum
Rüyamın peşine taksi tuttum da
Cüzdanımı unuttum

Düne bugüne yarına baka baka vay
Yüzümü gözümü iki çift sözümü
Kirli sepeti dibi gibi bastırıp gizlemişim
Sola diye sağa düzümü tersime
Tam da başucuma saatli bombalar kurmuşum
Rüyalarda buruşmuşum

Gazı aldım hevaya uçtum
Tek iğneyle belaya düştüm
Saat kaç? zaman hiç, içim taş
Işıkları kapatmıştım

Kulelere tırmanmıştım
Ordan size tükürmüştüm
Sonra aşşağı inip durmuşken
Niyeyse başım acık ıslaktı

Rüzgar gibi kısraktı
Kör bir eşeğe yanıktı
Yerde yatan adam sokak lambasını
Elini şıklatıp kapattı

Bütün dünya uyumuştu
Saat farkı filan yoktu
Sanki yalana karnı toktu da
Bi üfleyip acıkmıştı

Düne bugüne yarına baka baka vay
Yüzümü gözümü iki çift sözümü
Kirli sepeti dibi gibi bastırıp gizlemişim
Sola diye sağa düzümü tersime
Tam da başucuma saatli bombalar kurmuşum
Rüyalarda buruşmuşum

 

imaj, marc chagall’dan (rüya)

sonikhanım için, sorumluluğumu bitireyim 🙂

15 yaşındaki bir çocuğa ne tavsiye veririm?

hiç bir şey 🙂 tecrübeyle sabit, bir işe yaramıyor çünkü. hele anne baba falansanız siz zaten her koşulda saçmalıyor oluyorsunuz; aslında saçmalamadığınız düşünülmese bile…

epeydir bir şey çizmiyordum, ancak yukarıdaki çıktı… renklendirmeyi prizma uygulaması ile yaptım; munch’un çığlık “effect”i ile…

ve 2017 yılı için dileğim,  hayır’lı bir yıl olması şeklinde, net!

şarkımız bulutsuzluk özlemi‘nden gelsin

bir kez de buradan

hayır hayır olamaz hayır

diyoruz.

[audioplayer file=”https://radyoz.info/wp-content/uploads/2017/02/Bulutsuzluk-Özlemi-Hayır-hayır.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

 

 

son 10 yılda hayatımda neler oldu? radyo z hayatıma girdi, yepyeni müzikler keşfettim, eski sevdiğim melodilerle bağım arttı… berlin’de leonard cohen’i, istanbul’da bob dylan ve patti smith’i dinledim; bir hayalim gerçekleşmiş oldu…  40’lı yaşların güzelliğini yaşayıp, kendimle barıştım ve  50’ye ulaşmak için ‘son dönemece’ girdim… tabii diğer yanda yeni yaşlarla beraber marazlar başladı, bir yumurtalığım ve tiroid bezim gitti ve bunların üzerine bedenimin üretmeyi sevdiği kitlelerden kurtulmak için bir ameliyat daha oldum… menapoza girip sadece bir kadının hayatında tecrübe edeceği eşiği dibine kadar yaşadım, yaşıyorum; kırışıklıklarım arttı, cildim eski diriliğini ve canlılığını kaybetmeye başladı, saçlarımda tek tük beyazlar var artık..  hiç bir şeyi unutmam sanırken, iki dakika önce konuştuğumuz şeyleri unutmaya başladım… uyku sorunlarım ve gece huzursuzluklarım arttı… sabahları sevmeyi hiç bırakmadım… yıllar önce yarım bıraktığım yüksek lisansı tamamlayıp bir tez yazdım… tezer üniversiteli, ada bir genç kız olma yolunda ortaokullu oldu… araya bir “kriz” girdi; ali  fethiye’ye gitti ve döndü; hepimiz için 2011 yılı zor bir deneyimdi…  babamı her geçen gün daha fazla özledim ve anneannemi kaybettim… tek yeğenim, kurabiyem evlendi… yitirme yaşlarımıza geldiğimizi anladım ve her şeye rağmen bu hayatı sevdiğimi.

10 yıl sonra;

tezer’i, işinde, gücünde ve mutlu… ada’yı, üniversitede istediği bir bölümde okuduğu… kendimi evde, emekli olmuş  ve kitaplarımı okuyup müzik dinlediğim… ali’yi ve beni bir kır evine sahip, bahçeyle uğraştığımız; olabildiğince az eşya ile en sade şekilde yaşadığımız… marazlarımızın hayatı yaşamayı çok engellemediği; şarabımı ve kahvemi huzurla içtiğim… memleketi,  aklın, hukukun, sağduyunun ve barışın hakim olduğu… bir hayatta hayal ediyorum.

keşke arkadaşım olsa dediğim patti smith ile oturup bütün bunları ve hayatı konuşmayı, hayalperestleri bana okumasını ve karşılıklı kahve içmeyi istiyorum

ve patti‘nin bana sessizce

chine bird‘ü söylemesini.

[audioplayer file=”https://radyoz.info/wp-content/uploads/2017/01/06-China-Bird.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

 

güzel bir gün,
ve yakardığım bu kelimeler
senin içindeki rafın üstünde duran gerçeği canlandıracak
yaşam yeniden başlayacak…
bir çok yol, yollar,
ne yapacağını bilmek çok zor…
tüm düşlerin hepsi öyle görünüyor ki
senin kader olarak seçtiklerin…
ve benim küçük Çin kuşum seni çağırıyor.

dünya dönüyor
ateş yanıyor
açık ve gerçek
yakın ve uzak
her neredeysen bil ki Çin kuşu sana rehberlik ediyor.
ve onun açık gökyüzü seni özlüyor.

 

 

 

dolabımdaki en eski kıyafet tek bir tane değil… hepsi aşağı yukarı aynı yılların kıyafeti; yani okul yıllarımdan. bunları asla atamadım ve sanırım ömrümü tamamlayana kadar da hep benimle olacaklar.

ilk yelek babaannemin anneme evlendiklerinde yatağın altında koy diye verdiği eski bir kilimden yapıldı. kendimi bildim bileli, hafifçe parçalanmış bu kilim annemlerin yataklarının altında dururdu. sonra annemle bir modelden esinlendik ve o bunu dikti. arkası siyah kadifedir.

ikincisi kapitone bir ceket. okulda staj yapmaya başlayacağım yıl şık bir kıyafet olarak dikmişti annem. bayılırdım ve gururla giyerdim.

ve sonuncusunu kendim yaptım; çuha üzerine kanaviçe. mezuniyet yemeğimizde  kısa siyah bir etekle giymiştim. benim şık kıyafetlerimdendi.

hep böyle otantik şeyler giymezdim elbette ama çok fazla yeleğim vardı; hala onları çok özlüyorum. ve sanırım yıllar içinde kıyafetlerim de pek değişmedi. aşağı yukarı şimdi de üniversite yıllarımdaki gibi giyiniyorum, benzer takıları takıyorum ve bol bol fularım, eşarbım var.

bizim bütün kıyafetlerimizi, çocukluğumuz ve gençliğimiz boyunca annemiz dikti. çarşıya çıkar vitrinlere bakar, annemin ifadesiyle “fikir alırdık”. sonra burda dergilerinden model seçerdik. onun kıymetlisi zetina marka dikiş makinesi evin en kıymetli eşyalarından birisiydi. ben ağır ve yavaş bir çocuk olduğum için annem ilk dikişi kesme aşamasında beni yanaştırmazdı; dikiş sallanır diye. kıpırdak olan ablamı ise dikişin üstünden atlatırdı 😉

çocukluğumu düşününce en çok özlediğim şeylerden birisi daha önce andığım tuhafiyeci dükkanları ve manifaturacılar sanırım; top top kumaşlar, kumaşların sonsuz renkleri ve desenleri, kumaşların üzerinde ellerini dolaştırmanın keyfi ve elbette manifaturacıların kokusu.

eskiden kıymetli, temiz giyilen, bayramlık olan kıyafetlerimiz olurdu ve annemiz her bayram bize yeni bir kıyafet dikerdi. konfeksiyon ürünlerinin artışıyla kaybettiğimiz her şey gibi kıyafetlere dair değer duygumuzu ve onlara harcanan emeği de unuttuk…

***

bu yayının müziği ne olsun diye çok düşündüm.

o zamanlar çok sevdiğim, çok dinlediğim müziklerden olsun istedim ve türkçe olmalıydı elbette.

ezginin günlüğü‘nün çekirdek kayıtlarından, gençliğimde avaz avaz söylemekten keyif aldığım bir parça geliyor şimdi.

sabah türküsü

diyoruz.

[audioplayer file=”https://radyoz.info/wp-content/uploads/2017/01/12.Sabah-Türküsü.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

asla unutmak istemediğin anın?

buna tek bir şey yazamam sanırım… kendi çocukluğum bir yana, kendi çocuklarımın küçüklüğünü asla unutmak istemiyorum; ama her şey gittikçe uzaklaşıyor sanki…

burada #tbt niyetine eski bir yayın paylaşayım. asla unutmak istemediğim an’lardan biri olarak…

 

21 kasım 2008

… sabahtan beri atamadığım kaçma isteğini kağıtlarda gideriyorum… avrupa birliği yedinci çerçeve programının bilim toplum projeleri arasına, epeydir üzerinde çalıştığım bir patti smith yazısı çevirisi karışıyor; her halde izinsiz gösterinin yeni sayısında okuyabilirsiniz…

zeynep ankara’da çok rüzgarlı bir gün olduğunu yazmış, “lodos hüznü yazını bulsan keşke yada yeniden yazsan…” diyor… bulmama olanak yok ve yazsam eminim ilk yazıdan çok başka bir yazı olur. o yazıyı yazdığımda 20-21 yaşındaydım… şu anın yarısında yani 😉

çevirdiğim yazıyı patti smith 27 temmuz’da yazmış, yani ada’nın doğum gününde. ve yazının adı gülen yüzler. bazılarınız biliyor bizim ada’mızın acayip güzel bir gülüşü vardır. geçen gün sokakta yürürken durduk yerde “biz çok mutluyuz değil mi anne?” dedi. korkarak ve korktuğumu farketmesinden de korkarak “evet” dedim…

***

yeni türkü

bana bir masal anlat baba

diyor.

fotoğraf abimizden…

[audioplayer file=”https://radyoz.info/wp-content/uploads/2017/01/BANA-B-R-MASAL-ANLAT-BABA-YEN-TÜRKÜ.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

1 34 35 36 37 38 43

kategoriler