bugünün yayını geçen yıldan olsun…

facebook’da paylaştığım yayınlar, kaybolan bazı yayınları kurtardı. bu da onlardan bir tanesi…

 

22 ocak 2016

dün evdeydim. ada biraz hasta, bende de hafif bir kırıklık var. birlikte, genel olarak sakin bir gün geçirdik.

kahvaltıdan sonra ben sabah yarım bıraktığım bir filmi bitirdim, ada televizyon seyretti. uyuduk. kalkıp kendimize yiyecek bir şeyler hazırladık ardından ben sofrayı topladım ve kitap okudum, ada youtube videoları seyretti. sonra o bana 5 malzemeyle nasıl makyaj yapıldığını uygulamalı bir şekilde gösterdi ve onunla makyaj üzerine konuşurken, ben iş yerinden gelen mesajları yanıtladım. ardından yine herkes kendi kabuğuna çekildi; ben burnt’ü izlemeye başladım, ada odasında bir şeyler yaptı… araya isim, hayvan bitki oyunu girdi, sonra ben burnt’ü bitirdim ve yemek hazırladım.

evde olmayı ve arada böyle günler geçirmeyi seviyorum.

***

sabah izlediğim ‘45 yıl‘ isimli 2015 yapımı bir ingiliz filmiydi. uzun süren bir ilişkinin, geride kalan geçmişin de yüküyle, aslında nasıl da zorlu bir macera olduğunu sakince anlatan bir film bu. başroldeki her iki oyuncu da inanılmaz. son derece sade bir şekilde tüm duygularını izlerken size yansıtıyorlar…

film üzerine söyleyebileceğim çok şey var ama beni çok etkileyen ve takılıp kaldığım dört şeyi yazıp susacağım…

bir, evleri, tam yaşamayı hayal ettiğim kır evi gibiydi…

iki, evin sağına soluna, tavanarasına, bahçedeki depoya dağılmış, saklanmış bir geçmişin olmasıydı. aslında geçmişimiz yaşlandıkça hafızalarımızda gri bir alana dönüşüyor; tüm kanıtları kendimizin bile unuttuğu kutularda, sandıklarda bırakıyoruz…

üç, yaşlandıkça ve sona yaklaştıkça, aslında hayatın ritminin nasıl da düştüğünü ve birbirini sürekli tekrar eden eylemlerden oluştuğunu izlemek biraz acıttı. bu iki yaşlı insanın ağır ritimli hayatlarına düşen ve bir bomba etkisi yaratan meselenin, elimde olmadan, daha erken yaşlarda başlarına gelseydi ne olacağını düşünmekten kendimi alamadım. bu kadar sessizce ve derinden yaşanmazdı sanırım.

dört, geoff mercer’ın 1962 yılında isviçre buzullarının derinlerinde bıraktığı katya’sının bedenin yaşlanmadan kalmış olma ihtimalinin onda yarattığı etki…

 

kate ve geoff’un düğünlerindeki ilk dans müziklerini dinleyelim şimdi.

platters’dan nefis bir şarkı bu;

smoke get in your eyes

diyoruz.

[audioplayer file=”http://radyoz.info/wp-content/uploads/2017/01/Platters-Smoke-Gets-In-Your-Eyes.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

***

son not olarak “çelınç” oyunumuzun son iki sorusunu yanıtlayayım…

hatırladığım en eski anı şimdi anlatacağım mı emin değilim ama zihnimde kalan, zamanları yitmiş, en sevdiğim anı parçalarından biri bu. ve zaten en eski anıların öncesi sonrası yok…

burdur’da dedemlerin evindeyim. dedem hala yaşadığına göre en fazla 5 yaşında olmalıyım. evin üst katından bahçeye doğru inen ahşap merdivenlerde oturuyorum. konuşuyoruz ve ben bir şeyler anlatıyorum.

… di mi? diyorum

dedem gülümseyerek “di” diyor…

 

eğer bir hayvan olsaydın hangisi olurdun? sorusuna yanıtım ise net… kesinlikle karga.

Leave a Reply

kategoriler