“Sevgili Günlük” Şalanjı…

başlattı kraliçe

21 gün boyunca bir günlüğe yazar gibi yazın diyor. bunu yapmaya söz veremem doğrusu; pek çok nedenle buraya yazma rutinimi kaybettim. ama hadi bugün, yani üçüncü gün, bir günlüğe yazar gibi bir kaç not düşüp, güne devam edeyim…

bir süredir uykularım yine düzensiz. erkenden uyuyakalıp, gece 2,5-3 gibi uyanıyorum ve bir daha doğru düzgün uyuyamıyorum. bu gece de farklı değildi. tatil olmasına rağmen, lanet olsun diyerek daha saat altı olmadan kalktım yataktan… salondaki açık kalan pencereden dolayı ev buz gibiydi. önce onu kapattım, sonra mutfağa girip ilacımı içtim; pazara kadar her gün olduğu gibi 50 mg’lı iki tane ilaç, pazarları ise sadece bir tane…

bilgisayarımı aldım, salona geçtim ve kucağıma bir yastık alarak bilgisayarı açtım. grey’s anatomy’nin yeni bölümü izledim. çocukluğumdan beri hastane dizilerini seviyorum… dizinin sonlarına doğru a. kalktı ve yanıma oturdu. o esnada çenedeki tümörün çıkarıldığı bir ameliyat sahnesi vardı ve genç bir oğlan çocuğun yan yatırılmış kafasının çene bölgesi tamamen açıktı. a. neşeyle “harika bir şey bu” dedi. çünkü şu sıralar kafayı doktor olmaya taktı ve her türlü tıbbi müdahaleye bayılıyor; anladığım kadarıyla epey video da izliyor…

dizi bitti. ikimiz de kalktık. o okula gitmek için hazırlanmaya başladı. ben onun için masaya bir kase mısır gevreği koydum, bir iki kaşık yoğurtla günlük probiyotiğimi yedim ve kendime espresso hazırladım. sonra a.’yı kaldırdım ve onlar baba kız birlikte çıktılar.

biraz ortalığı toparlayıp, kendime balkona kahvaltı hazırladım. spotify’ın bana hazırladığı karışık müzikleri dinleyerek, gri havayı ve uçuşan kargaları seyrederek hem kahvaltımı yaptım hem de dışarı çıktığımda alınacakların listesini hazırladım (ada’ya kaynak kitaplar, küçük çaydanlık, günlük kullanmak için kaşık çatal takımı, kahve, gözaltı kremi, nemlendirici, kapatıcı krem, vs…)

sonra nina simone dinleyerek kahvaltıyı toparladım ve bulaşıkları yıkadım. dışarı çıkmak için hazırlandım ve hafif bir makyaj yaptım.

bilgisayarın başına geçtiğimde t. kalktı; havanın nasıl soğuduğundan konuştuk, arkadaşlarından söz etti, güzel at resimleri gösterdi, şimdi de yiyecek bir şeylerin peşine düştü. klasik kahvaltı sevmeyen bir oğlum var benim. sabah makarna yiyebilir ama zeytin peynir yemek ona göre değil…

burada kesiyorum. çünkü a.’yı okuldan alıp aikido’ya götüreceğim. sonra devam ederim (30 eylül, 12.15)

***

dün aikido öncesi alışverişin bir kısmını hallettik ve geri kalanı için caddeye gittik; aradığımız kitaplar yoktu ama ben ursula’nın son kitabını aldım. şu sıralar onunla yeni bir buluşma iyi gelecek…

dönüşte yağmura yakalanarak eve kendimizi zor attık; akşam yemeği şarap eşliğinde çınaraltı dürüm maharetiyle atlatıldı.

dizi izlemeye çalışırken uyuyakaldım ve yine gece 2,5’da uyandım. sanırım artık bu uyku meselesini için bir şeyler yapmam gerekiyor. eskisine göre daha unutkanım ve ciddi konsantrasyon sorunları yaşayabiliyorum…

sabaha doğru tekrar sızıp saat yedide sürünerek yataktan kalktım, yine yoğurtla probiyotiğimi yedim ve yeğenim e.’yi almak üzere havaalanına gittik ve dönüşte babanne dede evinde çocuklar ve torunlar şeklinde büyük bir aile kahvaltısı yaptık ve aşure yedik.

eve döndük; çamaşırlar makineye atıldı. a evi süpürmeye başladı ve ben de buzdolabında kalan sebzelerle bir yemek yaptım ve babannemizin yaptığı dolmaları pişirdim.

çocuklar kendi odalarını toparlayıp temizlediler…

şimdi a ve a, baba kız aikido’ya gittiler, ben temizliğin kalan kısmını hallettim ve kendime bir zencefilli limonlu yeşil çay yaparak masaya oturdum, bunları yazıyorum…

geçenlerde t., instagram hesabımda  koyduğum fotoğrafları kastederek “sürekli aynı açıdan, aynı yerin fotoğrafını çekmekten sıkılmıyor musun?” dedi.

hayır, zaten olay o‘ dedim.

sonra sustum ve ona anlatmaya çalışmadım ama içimden devam ettim:

“.. döne döne aynı şeyleri ufak tefek farklarla, farklı ışıklarda, farklı havalarda ve fakat aynı göğün altında yaşayıp duruyoruz… bazen aynaya bakmayı unuttuğumuz gibi etrafımıza bakmayı unuttuğumuz bir hayatın içinde, aslında o küçük farkların, o değişen ışığın sayesinde ayakta ve hatta hayatta kaldığımız gerçeğini kayda alıyorum; bir döngünün içine sıkışmış hayatın, üstüste oturan bazı ‘anlarının’ aslında nasıl da aynı olmadığını kendime kanıtlamak için…

***

yani burada her gün bir günlüğe yazar gibi bir şeyler yazmak, belkide  aynı açıdan aynı kareyi, yeniden yeniden çekmek gibi bir şeye dönüşebilir. kimbilir…

ama sanırım bunu yapamam 🙂

***

bu arada,

haruki murakami’nin karanlıktan sonrası‘nı okudum ve sevmedim. sanırım murakami artık benim için cazibesini yitirdi…

john berger’in domuz toprak‘ını okudum ve bu hayatta sevdiğim bir kadın kahramanım  daha oldu; bir anlamda bir “gece gezen kızım” daha… kim o derseniz: lucie cabrol, yani cocadrille. tanışın derim…

ilk kez 2004 yılında, yani 36 yaşındayken okuduğum ziyad marar’ın mutluluk paradoksu‘nu yeniden okudum. aynı göğün altında ve aslına bakarsanız aynı döngünün içinde ve fakat 50 yaşın eşiğinde, mutluluk meselesine bambaşka bir şekilde baktığımı hissettim kitabı okurken…

***

t. çıktı, e. uyuyor…

hava yağmurlu ve serin, kuşlar kayıp, hava gittikçe koyulaşıyor. üşüdüm, parmaklarım buz gibi. ama pencereyi kapatmıyorum, yağmurun sesi çok güzel, ona laura marling şu sıralar çok döndürdüğüm bir şarkısıyla eşlik ediyor…

…. Night after night, day after day
Night after night, day after day
Could you watch my body weaken
And my mind drift away?…

 

[audioplayer file=”http://radyoz.info/wp-content/uploads/2017/10/Laura-Marling-Night-After-Night-Album-Download-Link-A-Creature-I-Dont-Know.mp3″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

Leave a Reply

kategoriler