yılın son ayında, gecenin bir yarısı zihnime akın eden binbir çeşit düşünceden kaçmak için, karanlığı delen hafif bir telefon ışığında, bazen derin bir sessizlikte, bazen evdeki uykunun soluk alıp verişlerinde, bazen salonun neredeyse camına yaslı yaşlı serviyi mesken edinmiş kızılgerdanların ötüşleriyle, bugünsüz ve yarınsız, geçmişi olmayan, karaya çok yakın olduğu kadar bir o kadar da uzak, zamansız bir ada‘yı dinleyerek ve hissederek okudum…
benim için, söylendiği ve yazıldığı gibi masmavi bir deniz kitabı değil deli ibram divanı; en az deniz kadar toprağın, dağların, ağaç kerestelerinin, keçilerin, kanat çırpıntılarının, yer sofralarının, el dokuma halıların, toptop kumaşların raflara dizildiği kumaşçı dükkanlarının, hamamların ve daha nicelerinin renkleriyle yazılmış, kokuları sinmiş bir roman… okurken büyük ölçüde anlamadığım ama hissettiğim denizcilik evreninin yanında çocukluğumdan beri konuşulduğunu duymadığım bir dilin tezahürü… dağla, taşla, gökle kurduğu bağı, indiği düzlükle, kıyısına yerleştiği denizle kuramayan, o sonsuz maviliğe sırtını dönmüş ve belki biraz da biçarelikle kaybolmuş insanların hikayesi…
bu roman üzerine, anladığım kadarıyla ahmet’e sürekli sorulan sorular öyküyü bırakıyor musunuz, bir daha roman yazacak mısınız? vs. ahmet’in bunlara yanıtı ise onun aslında hikaye anlattığı… bazen bir solukta okunacak, bazen bir kaç saatliğine sizi bu evrenden uzaklaştıracak, bazen sabahlara kadar sürecek ve günlere yayılacak hikayeler anlatabilir ahmet. benim tek dileğim onun anlatmaya devam etmesi…
birde söylemeden edemeyeceğim. izmir çok bildiğim bir şehir değil ve hatta hissettiğim haliyle de dışarıya yansıtılan, yansıtılmaya çalışılan ruhundan pek hazzettiğimi söyleyemeyeceğim. ama bu romandan sonra izmir’e gidip, sokaklarında gezmeyi, kıyılarında oturmayı çok istedim; hangi izmir derseniz, kitaptaki elbette…
okurken içimde dönüp duran türküyü buraya bırakıyorum. deniz kenarında doğmuş, denizle büyülenmiş ve suda hiç bir yerde olmadığı kadar canlı hisseden biri olsam da geldiğim yerin, o yörük damarın ruhu hala içimde bir yerde bir kor gibi yanıyor sanırım…
talip özkan elbette.
yağar yağmur diyoruz.
fotoğraf son antalya seferinden… lodoslu akdeniz…