havada ıhlamur…


“Ihlamurlar altında çocuk kaldık bir gece…”
-ersen , ıhlamurlar altında

kokusu var bugünlerde… sabahları yürüyüş yaptığım parka girer girmez yüzüme çarpan ıhlamur kokusuyla gülümsüyorum. dönüşte bir kaç çiçek almaktan kendimi alamadım bugün ve kahvaltımı ıhlamur kokusuyla yaptım.

şimdi de çalışma masamda bir suyun içinde yüzerek kokularını yayıyorlar… o yüzden bir ıhlamur melodisi çalmasam olmaz öyle değil mi? çok ama çok eskilerden bir ses ve şarkı geliyor. ersen ve dadaşlar‘dan dinliyoruz; ıhlamurlar çiçek açtığında.

bugünü yanıt veremediğim yorumlarınıza ayıracağım. en iyisi sondan başlayayım.

sevgili özge, “rüyada da olsa gelmiş kuzgun belki de bu ara erk hayvanınız olmuş, bir ziyarette bulunmuştur diye düşünmeden edemedim” demişsiniz. beni sanal dünyada uzun yıllardır izleyenler bilir kargagillerin çok başka bir yeri vardır bende. “hangi hayvansınız?” diye soran anketlerin pek çoğunda da karga çıkmışlığım vardır. rüyalarıma da sıklıkla konuk olurlar 😉 sizin sözlerinizden sonra nedir bu erk hayvanı acaba diye baktığımda karşıma çıkan bir onedio anketinde erk hayvanım karga değil ejderha çıktı. ejderhalara olan tutkum da bilinir… ejderha da şu demekmiş meğer 😉

Yüzlerce hayat yaşamış, eski ve bilge bir ruhun var. Hatırlamadığını düşünsen de, kemiklerine kadar işlemiş kadim bilgilere sahipsin ...”

sevgili neslihan, “… Han Kang Vejeteryan kitabını okumuş muydun…” demişsin. evet, okuyup çok sevmiştim. yeni yıla girdiğimiz datça günlerinde buraya da yazmıştım. yazdığın tüm güzel sözler için de çok teşekkür ederim…

sevgili nurşen, “… Ben yaz başlangıçlarına hep iğde kokusu yakıştırırım, Ankaralı olmanın gereği…” demişsin ya, bilmez miyim? ankara’da seni ilk hangi koku çarptı dersen kesinlikle iğde kokusu derim. öğrencilik yıllarımda, odtü’de bölümlerin arasındaki yolda, yazın başındaki akşamlarda, kocaman iğde ağaçlarının altında çok başım dönmüştür kokudan…

sevgili ceren, dut ağaçlarının altında karşılaşmışız farkına varmadan anlaşılan… sayfanda “Basit bir yol kenarı mıdır cennet?” demiş ve bizim cennetimizi sormuşsun ya, ben kesinlikle bir ada’dır cennet diyorum. ama öyle vadedilen bir cennet değil bu. bütün metaforlarıyla, kendi ellerinle “yarattığın bir ada”…

sevgili şule, başladın mı yürüyüşlere 😉 sabahın erken saatlerini şiddetle tavsiye ediyorum…

sevgili buraneros, iyi ki siz de varsınız…

ve sevgili sevin, “günlerin köpüğünün bıraktığı tatlar” demişsin ya, tam da yaşadığımız günlere dair hissettiklerim böyle bir şey: diğer her şeyin yanında hafiflik, geçicilik, yüzeydeki parıltı, bazen boşluk veya hiçlik hissiyle geçen günler… manolyalar da açtı biliyorsun değil. aşağıdaki fotoğraf senin için çekildi…

kapanışı da bir manolya şarkısıyla yapalım o zaman.

flört söylüyor manolya.

3 Responses
  1. sule

    evet başladım yürüyüşlere ve özellikle bugün ıhlamur ağaçlarıyla dolu bir sokakta yürüdüm, mis gibi 🙂 sonra geldim ve blogta ersen’in hiç bilmediğim bir şarkısı ile karşıladınız beni, günümün sürprizi bu oldu 🙂 çok mutlu oldum 🙂

  2. Özge YÜKSELOĞLU

    Ejderha ! çok karizmatik çok mistik ‘kemiklerinize kadar işlemiş kadim bilgiler kulağınıza fısıldayıp hatırlatsın kendini. Manolyalara bayılırım evimin bahçesindeki manolya ağacıyla aşk yaşıyorum her yaz çiçeklerini heyecanla beklerim hatta tatlı sanatsal bir hatıramız oldu kendisiyle belki bir sonraki yazımda becerebilirsem bahsederim. İlham veren notalarla, mis kokulu bir yazı olmuş teşekkürler sevgilerle..

  3. Mevsimlerin haftalık geçişleri, her geçişle gelen farklı birkaç koku… Ben de geçenlerde Marmaray beklerken tren yolunu ve aradaki sokağı aşıp burnuma gelen Ihlamur kokularıyla zihnimin dip köşe bucağına ittim şehrin çarpık yapılaşmasını, gün geçtikçe en alt seviyelere inen ürkütücü şehirli profilini, memleket hâllerini, dünyanın savaşa duyduğu açlığı… Yazınızı okuyunca o sabahı ve ıhlamur kokularını çağırdım. Teşekkürler 🙂

Leave a Reply