“… Göğün avlusunda kimler dolaşır…”
–edip cansever, gökanlam
“ikide bir” çağrısına sadece dört yayınla eşlik edebildim ve neredeyse iki haftalık bir sessizliğin ardından bari kapanışı yapayım diyerek buradayım!
bu arada neler oldu, neler… dünya ve memleket hepten karıştı; bir savaş başladı ve bitti (gerçekten başladı ve bitti mi?); mutlak butlan diye, öğrenmesek daha iyi olacak bir kavramla tanışıp, vay arkadaş neymiş bu KK diyerek hop oturup hop kalktık; en sonunda fatih altaylı’yı da silivri’ye yolcu ettik; trump’ın ve bizimki de dahil diğer tüm otokratik liderlerin yarattığı şizofrenik ve “düş yiyiciler sirki”ne dönen dünyada nefes almaya çalışarak günleri geçirdik…
tam olarak hislerimi özetleyen düş yiyiciler sirki ifadesi tesadüfen karşılaştığım ve okumadığım bir kitabın adı aslında. merak ederseniz emek erez’in duvar’da kitap hakkında yazdığı bir yazıya şurada erişebilirsiniz.
***
sabah yürüyüşe çıkarken dün gece yayınlanan ONLAR yayınını dinlemeye başladım ve ardından da fatih altaylı’nın bu sabah yayınlanan silivri günlüğü – 4‘ü dinlendim. bütün bunlar nereden baksanız iki saate yaklaşan bir süreçte on bin adımı aşan bir yürüyüş ve sahildeki parkın çok sevdiğim bir yerindeki kondisyon aletleriyle geçen zaman demekti; tabii bunların yanında ağaçların güzelliği, huzurlu gölgeleri, epey büyüyen karga ve martı yavruları, uykulu köpekler ve sabahın huzuru vardı…
kendine bu kötülüğü neden yapıyorsun diyebilirsiniz haklı olarak; yani böyle bir anda gündemi neden peşimden sürüklediğimi anlamayabilirsiniz. bunun yanıtını geçenlerde nevşin mengü verdi; bir tür news junkie‘yim ben; yani saplantılı bir şekilde haberleri ve olan biteni takip etmek zorunda hissediyorum kendimi. pek çoğunuzun bu durumda olduğunu biliyorum; ama diğer yanda günlüklerinizde — bunu blog yazarı arkadaşlarım için söylüyorum elbette — biraz da bu olan bitenden uzaklaşabilmek için hayatın olağan akışındaki diğer şeylere odaklanmayı tercih ettiğinizi hissediyorum. sanırım benim yapamadığım bu! belki de buraya eskisi gibi yazamamamın nedeni de; herkesin zaten gırtlağına kadar battığı meseleleri burada da gündeme getirmek bir tür “kötülük” çünkü!
sanırım sertab’ın şarkısındaki gibi “kendime yeni bir ben lazım” şarkıyı buraya eklemiyorum; çünkü sevmiyorum. ama spotify’da bunun için büyük ölçüde caz parçalarından oluşan bir listem var, adı bana yeni bir ben lazım olan bu listenin çok sevdiğim bir parçası geliyor şimdi.
stop this train‘i dinliyoruz. saksafonda joshua redman, piyanoda brad mehldau ve davulda brien blade var. aslında john mayer’in de seslendirdiği bu parçanın sözleri var; minik bir kupleyi aşağıya bırakıyorum…
No, I’m not color blind
I know the world is black and white
I try to keep an open mind
But, I just can’t sleep on this tonight
Stop this train
I want to get off and go home again
I can’t take the speed it’s moving in
I know I can’t
But honestly, won’t someone stop this train?…
neyse diyerek yürüyüş sonrasına geçeyim… sabahları saat altı gibi yürümeye başlıyorum, normalde hava serin oluyordu ama bugün o saatte bile sıcaktı. epey terlemiş bir halde eve geldim ve kendimi banyoya attım. sonra bamyalı yumurta ile balkonda müzik dinleyerek kahvaltımı yaptım. bamya ile kahvaltı yapmayı vlogları olan japon kadınlardan öğrendim. buzluktaki dondurulmuş bamyalarımı önce mikrodalgada hafifçe pişiriyorum ve sonra fotoğrafta gördüğünüz gibi yumurtayla soteliyorum. aslında aşdamı‘na da dönmeliyim bir ara değil mi?

şimdi masamdayım, az sonra çalışmaya başlayacağım. sahilden getirdiğim manolyanın kokusuyla kahvaltıda dinlemeye başladığım şarkılara devam ediyorum. haziran ayını da bitirmenin eşiğine gelmişken edip cansever’in inanılmaz güzel şiiri gökanlam‘dan tuna kiremitçinin uyarladığı bu şarkıyı çalmasam olmaz diye düşündüm. kumdan kaleler‘den dinliyoruz.
şiiri de bulup, sakince okuyun derim!
“… Dokunsam okşasam eski, eski şeyleri
Arduvazdan bir damı
Revaklı ahşap bir evi
Sabahsa bir uzun boylu haziransa kent
Kızgın ve mavi bir mührün borcuyum
Göğün avlusunda kimler dolaşır
Göğün avlusunda kimler dolaşır
Bu ışık selinde bu, bu ayazmada…”
news junkie çok iyi bir tanımmış, Nevşin Mengü’yü ben de dinliyorum ama kaçırmışım bunu
ben onlar’ı bir süredir baştan sona dinleyemediğimi farkettim. ruhum çok fena daralıyor zira. ertesi günlerde kısa özetleri var ya, onları dinliyorum ama, onları dinlememezlik edemiyorum. arkadaşlarla falan buluştuğumuzda da konuşmayalım diyoruz ama konuşmadan olmuyor ki, her yerden gündeme çıkıyor sohbetler…bu da bizim kaderimizmiş…
bu arada bamya bu hayatta yiyemediğim 2-3 yemekten biridir, aile efradı ayıla bayıla yerken
Şarkıyı dinleyince yine ah ettim, Şubat içinde Tuna Kiremitçi konserine biletim vardı, hasta olup yatınca gidemedim, içimde ukde kaldı, şimdi şarkının ve sözlerin güzelliğini görünce vahlandım. Neyse yine gelir elbet.
Kuş, böcek, çiçek ancak blogda.
Öyle istiyorum ki ülkeyi, dünyayı dert etmeden bir sabah kalkıp ağaç ne güzel, ot ne güzel, kuş uçtu, çiçek açtı diye avare avare dolaşmayı. Her şey burnumuzdan geliyor, ne kuşakmışız, görmediğimiz kalmadı derken yenileri geliyor. Bu ara sağlık sorunlarıyla da uğraşıyorum, anlayacağın oynatmaya az kaldı
Sevgilerimi üfledim yüce başkentimizden
Dört yazın bile bize çok iyi geldi
Evet toplumumuzda maalesef news junkie’lik ya da fear of missing out aşırı yaygın ve neden böyle (çünkü yasaklar tetikliyor) nasıl kurtulabiliriz biraz düşünmek lazım.. Çünkü evet önemli evet adaletsizler var ama bunlar hep vardı, farklı olan en uzakların medya sayesinde ya da yüzünden demeliyim belki, en yakına gelmesi.. Biraz umursamazlık ruh sağlığımız için çok daha iyi ama bilsek de vicdan falan diyerek uygulamıyoruz. Halbuki bilmek eğer birşey yapabiliyorsan değerli.. Yoksa bilgi yoğunluğu bir noktada yakacak motorları…
Kötü tarafa kazma kürek kömür atılırken, bence bizim iyi tarafı güzellikleri beslememiz gerek..