moskova’dayız!

Seviyorum yurdumu, fakat tuhaf bir aşkla!
Mantığım yenemiyor bu sevgiyi.
-m. y. lermantov, anayurt

şaka değil, gerçekten… dünyanın içinden geçtiği bu zamanda bu geziyi yapıyor olmamız pek çok kişiyi şaşırttı, hatta doğal olarak bir güvenlik kaygısı yaşattı. ama buradayız işte. yarim a. gençliğinde, sovyetler yıkılmadan hemen önce gelmiş buralara. yıllardır birlikte bir kez de birlikte gidelim derdi. o zaman bu zamanmış meğer!

pazar günü öğle saatlerinde buradaydık. daha pasaport kontrolünde bambaşka bir evrene geçtiğimiz belliydi; kasvetli ve ağır çekim bir ruh vardı ortamda. ama havaalanından çıkıp bizi kalacağımız otele götürecek taksiye ulaştığımızda masmavi gözleriyle, ağır ama çok ağır gövdesiyle bizi genç bir sürücü karşıladı; rapper gibi giyinmişti ve arabada ingilizce rap parçaları çalıyordu. bu melodilerle birlikte otoban boyunca uzanan yemyeşil ormanlar ve ardından başlayan devasa binalarla otele ulaştık.

odamız 15. katta, sağ tarafta büyük bir park görüyoruz uzaktan, karşımızda heyula gibi bir başka bir bina var ama aradaki cadde o kadar geniş ki bu büyüklüğün “gölgesi” düşmüyor üzerimize; manzaranın gerisi çok eski, nispeten yeni ve çok yeni binalardan oluşan büyük bir şehrin görüntüsü… otel şehrin doğu yakasında sokolniki’de (Соко́льники); hemen karşımızda metro istasyonu var. ulaşım inanılmaz şehirde ama bu istasyon hakikaten gezi için çok stratejik bir noktada. gittiğimiz her yere neredeyse hiç aktarma yapmamız gerekmiyor. ama aslında bu durum şehrin bütün bölgeleri için geçerli; dairesel bir bir metro düzeninde birbirini kesen pek çok hattan oluşuyor moskova metrosu ve sanki nerede olursak olalım aynı rahatlığı yaşayacak gibiyiz. üstelik iki dakikada bir geçen trenler sayesinde hiç beklemek gerekmiyor; çok yeni trenler olduğu gibi, hakikaten hantal ve eski trenler de var. hepsinine tek tek denk geldik dört gündür…

moskova’ya ilişkin — burada rusya dememeyi tercih ediyorum çünkü bu olağanüstü büyüklükteki ülkeyi tek bir şehirle tanımlamak saçma ötesi bir şey olur — hissettiğimiz ilk şeylerden birisi bu büyüklüğün altından “ezilmek” duygusu oldu. bütün binalar öylesine büyük, bütün yollar ve kaldırımlar öylesine geniş ki insan kendisini devler ülkesinde geziyor gibi hissediyor; hele bizim gibi sıkışık bir şehirden, istanbul’dan gelince!

ruslar ciddi ve keskin ifadeleri olan insanlar. neredeyse kimseyle ingilizce iletişim kurmak mümkün değil. ingilizce bir şey sormaya çalıştığınızda, öylece yüzünüze bakıyorlar. konuşamadığına, konuşmak istemediğine dair bir mimik, bir duygu bile hissedemiyorsunuz. çok nadir, rahatça ingilizce konuşanlar çıkıyor elbette; örneğin metro istasyonundaki kadın güvenlik görevlisi, bankada çalışanlar, arbad’da hediyelik eşyalar satan adam, yeni nesil bir coffee shop’taki genç kadın gibi… biz her şeye rağmen soğuk insanlar olmadıklarına karar verdik rusların, iklimin, coğrafyanın, mimarinin, yaşadıkları rejimlerin izleri var üzerlerinde muhtemelen… güleryüzlüler ve konuşkanlar; metrolarda, sokaklarda kendi aralarındaki iletişimde bunu hissediyor insan…

bir şekilde farklı bir evrende gibiyiz. batının uyguladığı ambargolardan ve ülke içindeki yasaklardan dolayı dolayı kendi kredi kartlarımızı kullanamıyoruz. youtube’a, x’e, facebook’a girmek mümkün değil. google map gibi uygulamalar çalışmıyor. bunların hepsi için kendi internet mecralarını yaratmışlar…

batıdan gelen tek bir turiste rastlamadık, eski sovyet cumhuriyetlerinden gelenlere, çinlilere, diğer asya ülkelerinin vatandaşlarına ve araplara rastlanıyor daha çok; onun dışında her yerde rus turistler var, öğrenci grupları ve muhtemelen yaz tatili nedeniyle farklı şehirlerden gelen aileler bunlar diye düşünüyoruz…

pazardan bu yana kızıl meydan’a, aziz vasili katedrali’ne, kremlin sarayına, puşkin güzel sanatlar müzesinin iki farklı sergi alanına, beyoğlu’nun ruhuna çok yakın olan arbat bölgesine (район aрбат), rus uzay çalışmalarının tüm detaylarını anlatan kozmonotluk anıt müzesi’ne (uzay keşifleri anıt müzesi olarak da biliniyormuş), eski adı ulusal ekonomik başarılar sergisi olan rusya fuar merkezi’ne, nazım’ın mezarına ve şair lermantov’un üç yıl yaşadığı müzeye dönüştürülmüş evine gittik, moskova nehrinde bir tekne turu yaptık ve her gün 16 bin ve 20 bin arasında değişen adımlar attık…

bütün bunların arasında bir de lenin’in mozolesini ziyaret ettik elbette ama o hakikaken anlatılmaz yaşanır bir olaydı. seçildikleri bariz olan çok genç, çok yakışıklı filinta gibi askerler veya polisler—hangisi emin değilim— koruyor mozoleyi. içerisi tamamen karanlık neredeyse ve ışığın tamamı lenin’in tahnit edilmiş naaşının aydınlatmasından geliyor. hiç durmadan yavaşça ve sessizce etrafından dönerek geçiyorsunuz ve bütün bunlar 2-3 dakika falan sürüyor. oysa bu kısacık ziyareti yapabilmek için uzun ve kalabalık bir kuyrukta uzun uzun beklemeniz gerekiyor. aslında rusların büyük bir bölümü artık lenin’in gömülmesini istiyormuş. lenin ne isterdi kısmına hiç girmiyorum tabii. stalin’in kararı olan bu durum hakikaten tuhaf ve distopik bir şey!

bugün moskova’da son tam günümüz, önemli metro duraklarını gezeceğiz, güzel bir lokanta’da gerçek rus yemekleri yiyeceğiz, zaman kalırsa bir modern sanatlar merkezine uğrayacağız… yarın ise st. petersburg’a (Санкт-Петербург) trenle yolculuk yapacağız.

şimdilik burada bırakayım; daha sonra yazmaya devam ederim ve gözlemlerime, hissetiklerime ilişkin daha fazla ayrıntı veririm diye düşünüyorum.

bunları yazarken spotify’da bulduğum —evet spotify’a erişim var şükürler olsun — bulduğum bir listeyi dinliyorum; soviet dönemi eski rus şarkılarından oluşan şahane bir liste bu; listenin tanımı “her kalbi eritecek eski rus şarkıları” olarak yazılmış…

9 Responses
  1. Vay! Satırlarından heyecanını aldım. Kızıl Meydan bir masal diyarından fırlamış gibi değil mi? Ben iş için gitmiştim Moskova’ya, on beş senesi vardır. O bahsettiğin ormanları karda gördüm, müthişti. Caddelerde karşıdan karşıya geçmeye ürkmüştüm biraz, hem genişlik, hem arabalar, hem hız! Dünyanın ambargosu umurlarında mı merak ettim. Devletlerle milletlerinin birbirinden ayrı düştüğü dönemlerdeyiz malum, dışı seni içi beni misali. Gerisi ve St Petersburg harika geçsin. Bu geziye eşlikçi okunanlar da var mı? 🙂 Müzikleri şimdi açıyorum. İyi tatiller, sevgiler..

    1. radyo z

      hissettiğimiz ambargoları takmadıkları yönünde. o caddeler ve binalar insanı gerçekten ürkütüyor; moskova eziyor insanı kesinlikle ama st. petersburg bambaşka bir şehir; ayrıntıları gelecek elbette.

  2. sule

    ayyy ne güzel, ne güzel. benim de aklımın ve gönlümün bir kenarında durur rusya gezisi. ben gidene kadar, sizinkini okumak çok güzel olacak, heyecan yaptım 🙂 Hele Nazım’ın mezarı…Ah…

    1. radyo z

      umarım yaparsınız; çok başka bir deneyim olduğu muhakkak. nazım’ın mezarını ziyaret etmek insanda karmaşık duygular uyandırıyor elbette. yattığı mezarlık ise hakikaten inanılmaz bir yer.

    1. radyo z

      yavaş yavaş gelecek ayrıntılar… evet tamamen kendi planladığımız bir gezi. ne ben ne de a. iki yabani karakter olarak tur insanları değiliz. kafamıza göre gezmeyi, gezdiğimiz yerleri kendi bildiğimizce hissetmeyi seviyoruz.

Leave a Reply to Ekmekcikız Cancel Reply