“… Its gonna feel just like those raindrops do
When they’re falling down, honey, all around you…“
― lorenz hart
marmaray’da dönüş yolu. yanımda bir anne kız var. 4-5 yaşlarındaki ufaklık biraz haylazlık yapıyor; sanırım oturmak istemiyor. sürekli kıpırdanarak yere doğru kaymaya çalışan ufaklığa annenin söylediği ise “ gel buraya atarım yoksa seni trenden aşağıya”. irkilerek kafamı çeviriyorum ve göz göze geliyoruz bir anda; simsiyah bezle çerçevelenmiş yüzünde tek açık yer olan gözleriyle.
annesinin kucağında sakince oturmaya başlayan çocuğa göz ucuyla bakıyorum. 4-5 yaşlarında, koyu kestane rengi hafif dalgalı saçları olan esmer ve zayıf bir kız çocuğu. kulağımda çalan müzikten dolayı ne konuştuklarını duymuyorum artık ama ikisi de neşeli. ufaklık şimdi annesinin kucağında keyifle oturuyor ve ara ara annesini kumaşın üzerinden öpmeye çalışıyor. kafam karışıyor ve ne hissedeceğimi bilmiyorum…
yazdıklarım sonrasında gelebilecek yorumlara ilişkin kaygılı olsam da, böyle anekdotları paylaşmayı sevdiğim için facebook’da ‘ne düşünüyorum?’ sorusuna olan biteni yazıyorum. kadını çarşaflı olduğu için yargılamak istemiyorum… söylediği şeyin çarşaflı olmasıyla alakalı olduğunu da düşünmüyorum… memlekette pek çok kişinin söyleyebileceği bir şey bu. çocukların bizi delirtme potansiyelinin de sonuna kadar farkındayım. onlara asla söylenmemesi gereken şeylerin bazen nasıl da ağızdan çıkabildiğini tecrübeyle biliyorum…
ama trenden atma fikri çok karanlık! içim titriyor…
küçük kız bir kaç durak sonra yavaşça annesinin kucağından sıyrılarak iniyor ve ortadaki tutunma yerlerinde minik bir direk dansı gösterisi yapıyor. etrafında bir sürü insan olması umrunda değil, hatta göz ucuyla kimler ona bakıyor takip ediyor. bakışlarında annesi var…
annesiyse ne yaptığıyla ilgilenmiyor…
üzerindeki elbise simsiyah ve dizlerinde; elbisenin altında yine simsiyah bir tayt. yakasındaki minik şeker pembesi kurdeleler ve ceplerindeki pullarla işlenmiş şeker pembesi kalpler parlıyor; ayağındaki dore renkli spor ayakkabılar da…
annesi tekrar yanına çağırıyor ve kucağına alıyor. artık konuşmuyorlar. anne gözlerinde sert bir ifadeyle pencereden dışarı bakıyor; kollarıyla kızı sımsıkı sarmış durumda. minik kız da elindeki yeşil plastik telefonda birisiyle konuşuyor. kim bilmiyorum elbette ama tam ben inerken karşısındakine “allah kahretsin seni” diyor; sesi tiz ve sert. sesinde de annesi var…
gözlerine bakmak istemiyorum… anneye kızmıyorum… kızamıyorum… çocuğun ne hissettiğini hissedemiyorum…
trenden indiğimde içimde,
little girl blue‘nun
janis joplin yorumu çalıyor.
[audioplayer file=” https://radyoz.info/wp-content/uploads/2020/02/09-Janis-Joplin-Little-Girl-Blue.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]
Küçük Hüzünlü Kız
Otur orada, otur da saymaya başla parmaklarını,
Elinden başka ne gelir ki?
Biliyorum kendini nasil hissettiğini
İş işten geçti diye düşündüğünü,
Otur orada ve say elindeki parmakları tek tek
Benim mutsuz, küçük kızım,
Küçük ve hüzünlü kızım.
Otur orada, otur da say şu düşen yağmur damlalarını,
Tatlım, say seni sarıp sarmalayan yağmur damlalarını,
Bilmiyor musun bir tanem, vakti geldi artık, vakit geldi
Kimse sana söylemedi mi hiç
Bilmen lazım
Elinden gelen sadece saymaktır, ellerindeki parmaklardır tek sayabileceğin,
Güvenebileceğin kendi ellerindir sadece, başka neyin var ki?
Birazdan sen de şu düşen yağmur damlaları gibi hissedeceksin kendini
Her biri tek tek sırılsıklam ıslattıkça seni*