böyle başlamayı planlamıyordum ama sahildeki beltur’a yerleşmeden önce çay aldığım adam ister istemez buraya “konu” oluyor…
“ne istiyorsun abla?” dedi derin bir offf çekerek. elimde olmadan “hayrola nedir sizi bu kadar üzen?” sözleri çıkıverdi ağzımdan. “hayat zor, çok zorluyorlar, üç kızım var onlar olmasa çoktan giderdim buralardan” dedi ve sustu. bunun üzerine bir cümle daha kurmayacağını biliyordum. bir an nefesim kesildi, bir şey diyemedim, öylece kaldım; sadece bir kaç saniye gözlerinin içine bakabildim, elimi omzuna hafifçe koyar gibi…
sonrasında çayımı aldım ve açık havadaki masaya yerleştim! ve evet işte yeniden buradayım…
***
balıkları bilirsiniz, tatlı sudan tuzlu suya veya tuzlu sudan tatlı suya geçerken bir uyum süreci yaşarlar; hatta bazıları yeni ortamlarında yaşayamaz… çoğu deniz balığı tatlı suya atılırsa dokuları dışarıdan su alarak hücrelerini patlatır… tatlı su balıkları da tuzlu suya atıldığında su kaybederler ve susuzluktan ölürler… ben bu metaforda, “emekli” olduktan sonra, nereden nereye geçtim emin değilim ama hala uyum sağlamaya çalıştığım kesin. henüz patlayan veya susuz kalan bir hücre yok sanırım; en azından hayatı sıkıntıya sokacak kadar…
tam “evet yeni hayata uyum sağladım” derken bizim oğlan ayak bileğinin üstündeki bir kemiği kırdı ve ben iki haftayı aşkın süredir evdeyim. yeni ofisteki, duvara değil de bir “boşluğa” bakan masamda çalışmaya tam uyum sağlamışken mutfağın ucundaki masama geri döndüm. kurtbağrı ağacının üzerinde cıvıldayan serçeler ve penceremin önünden geçen kumrularla birlikte türkçe ve İngilizce makaleler okuyorum durmadan: covid-19, enfeksiyonlar, hastalar, hastaneler, bakteriler ve virüslerle dolu metinler…
şimdi bir tür araftayım…
***
ada okulların açılmasıyla birlikte sabah sessizliğini “elimden aldı”. artık o evden çıkana kadar, yatağımda uyanık, öylece yatıyorum. çocuklar bizimle bir çatışma yaşarken bile bir taraftan da bizi yeniden üretiyorlar. artık aydınlanan günün sessiz ruhu ve sabah kahvesinin kokusu ada’nın… onun yaşadığı keyfi bildiğim için elinden almayacağım… sadece birazcık erteleyerek kendi sabahımı yaşıyorum ben de…
***
uzun bir aradan sonra, son bir kaç gündür, bach‘ın goldberg varyasyonları‘na geri döndüm. en sevdiğim yorumlardan birisi olan çinli piyanist zhu xiao-mei‘yi dinliyorum döne döne.
bir tane de buraya bırakayım.
fotoğraf bugün gidemediğim zeytinliğimizden; aslında ben de orada olacaktım ama gidemedim… fotoğraf az önce geldi… şu an orada olup ağaçlara sarılmak isterdim.
Hoşgeldin Sevgili Zelda,
Hoşgeldin radyo z.,
Geçmiş olsun ve kolay gelsin. 🙂
çok teşekkür ederim 🙂 tam şu kahveyi içeriz artık diyordum bu kırık işi ortaya çıktı ama ilk fırsatta ne zaman uygunsun mesajı atacağım sana 🙂
Ne zaman istersen Zeldacığım, uyarım sana. 🙂
anlaştık :))
Hayat Bazen tam da o adamın özetlediği gibi, zor ve zorluyorlar bir de üstüne üstlük. Anca omuzlara dokunup pıt pıtlayabiliriz birbirimizi. Kimse kimsenin yükünü alabilecek kadar yüksüz değil. ama dayanak olmaktan da zarar gelmez.
Çok geçmiş olsun oğluna. Emekli oldun, ama yine de bir meşguliyetin var değil mi? İş gibi de ama değil gibi de. Tam anlayamadım takip ettiğim kadarıyla 🙂 Bİr düzen değişikliği kesin de, tam çıkaramıyorum gördüklerimden 🙂
Zeytinler şahane görünüyor. Onun bir meyve olduğunu bu hallerini görünce hatırlıyorum nedense :
çok teşekkürler sevgili elektra. evet emekli oldum ve fakat “aile şirketimiz”de çalışmaya başladım diyeyim 😉
bilimsel dergi yayıncılığı işleri… anlayacağın, okuduğum makaleler bizi saran pandemiden dolayı değil; bildiğin iş.
Özlemiştik. Araflara merhaba.
merhaba 🙂