geldik onbirinci soruya…

dolabımdaki en eski kıyafet tek bir tane değil… hepsi aşağı yukarı aynı yılların kıyafeti; yani okul yıllarımdan. bunları asla atamadım ve sanırım ömrümü tamamlayana kadar da hep benimle olacaklar.

ilk yelek babaannemin anneme evlendiklerinde yatağın altında koy diye verdiği eski bir kilimden yapıldı. kendimi bildim bileli, hafifçe parçalanmış bu kilim annemlerin yataklarının altında dururdu. sonra annemle bir modelden esinlendik ve o bunu dikti. arkası siyah kadifedir.

ikincisi kapitone bir ceket. okulda staj yapmaya başlayacağım yıl şık bir kıyafet olarak dikmişti annem. bayılırdım ve gururla giyerdim.

ve sonuncusunu kendim yaptım; çuha üzerine kanaviçe. mezuniyet yemeğimizde  kısa siyah bir etekle giymiştim. benim şık kıyafetlerimdendi.

hep böyle otantik şeyler giymezdim elbette ama çok fazla yeleğim vardı; hala onları çok özlüyorum. ve sanırım yıllar içinde kıyafetlerim de pek değişmedi. aşağı yukarı şimdi de üniversite yıllarımdaki gibi giyiniyorum, benzer takıları takıyorum ve bol bol fularım, eşarbım var.

bizim bütün kıyafetlerimizi, çocukluğumuz ve gençliğimiz boyunca annemiz dikti. çarşıya çıkar vitrinlere bakar, annemin ifadesiyle “fikir alırdık”. sonra burda dergilerinden model seçerdik. onun kıymetlisi zetina marka dikiş makinesi evin en kıymetli eşyalarından birisiydi. ben ağır ve yavaş bir çocuk olduğum için annem ilk dikişi kesme aşamasında beni yanaştırmazdı; dikiş sallanır diye. kıpırdak olan ablamı ise dikişin üstünden atlatırdı 😉

çocukluğumu düşününce en çok özlediğim şeylerden birisi daha önce andığım tuhafiyeci dükkanları ve manifaturacılar sanırım; top top kumaşlar, kumaşların sonsuz renkleri ve desenleri, kumaşların üzerinde ellerini dolaştırmanın keyfi ve elbette manifaturacıların kokusu.

eskiden kıymetli, temiz giyilen, bayramlık olan kıyafetlerimiz olurdu ve annemiz her bayram bize yeni bir kıyafet dikerdi. konfeksiyon ürünlerinin artışıyla kaybettiğimiz her şey gibi kıyafetlere dair değer duygumuzu ve onlara harcanan emeği de unuttuk…

***

bu yayının müziği ne olsun diye çok düşündüm.

o zamanlar çok sevdiğim, çok dinlediğim müziklerden olsun istedim ve türkçe olmalıydı elbette.

ezginin günlüğü‘nün çekirdek kayıtlarından, gençliğimde avaz avaz söylemekten keyif aldığım bir parça geliyor şimdi.

sabah türküsü

diyoruz.

[audioplayer file=”http://radyoz.info/wp-content/uploads/2017/01/12.Sabah-Türküsü.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

Leave a Reply

kategoriler