“… Ben Fabienne’nin bıçağının bileyitaşıydım. Hangimizin daha sert malzemeden yapıldığını sormanın anlamı yoktu.”
–agnes, kazkafanın kitabı
gördüm. melih cevdet anday bir şiirinin heykelini yapmıştı; ahşap, muhtemelen kayın ağacından, insan bedenin bir hareketini anlatan, kavisleri olan, aşağı yukarı kapı büyüklüğünde bir heykel! ertesi gün a.’ya rüyayı anlatırken, o beden hareketini bir türlü anlatamadım; çünkü bedenimi o şekilde nasıl kavisli bir hale getirebileceğimi bilmiyordum… şimdi biliyorum! çünkü dün instagramda bir anda karşıma bir reel videosu çıktı; tam olarak rüyamda gördüğüm hareketi yapıyordu bir adam; ürperdim, kendimden korktum!
bu sabah kalktım ve anday’ın şiir kitabını aldım elime; o şiiri aradım ve sanırım buldum. o ahşap değil tahta demeyi tercih etmişti!
“Düşünme zamanı tahtanın / Ve umutsuzluk içinde bir eşik / Taşıyor duraklayan bir adımı / Denebilir ki ayağı tanıdı / Ama zaman anıdan biraz değişik /……./ Ve günü değil konuşmanın / Susalım söylesin gökyüzü / Çünkü onun kucağında kalmıştır / Dünyanın en eski en ağır / Tahtasından yapılmış sözü.”
hareketi merak ettiyseniz şurayı tıklayın lütfen.
bundan sonrasını benim güne başladığım samarabalouf‘un la douleur melodisi ile okuyun lütfen!
günler ağırlığını farklı şekillerde hissettirerek geçiyor; bir gün bir güne uymadan, bir gün bir diğerinden farksız… buraya yazmayalı epey oldu yine ve bu süreçte, dışımda akan hayata rağmen, benim için 2024 yılının izleğinin ne olacağını anladım… kuşların, ağaçların, bulutların, günlüklerin ve elbette rüyalarımın peşinden, bir anlamda bir keçi yolunda veya bir patikadan giderken ve istanbul’u panoramalarını görerek, gezerek, fotoğraflarına ve gravürlerine bakarak yeniden keşfederken kendime, kendi içimden bir yerden, kendi ufuk çizgimi görerek yeniden bakmayı öğreneceğim; başka bir açıdan ve bambaşka bir perspektifle… buraya bostancı-moda vapuru ile yaptığım bir istanbul gezisinin fotoğrafını bırakmalıyım bu noktada sanırım; denizin renginin turkuazın en güzel tonlarından birinde olduğu bir günden bu fotoğraf…
biliyorsunuz yiyun li‘nin kitabını okumuştum; kazkafanın kitabı. kitap bitti ama ben hala yazarı ile birlikteyim. onunla ilgili yazıları okumaya ve videoları izlemeye devam ediyorum. kitabı okuduğumda hissettiğim, görünenin ardındaki, görününden ve hissedilenden daha koyu olan karanlığın nedenini sanırım anlayabiliyorum biraz… yiyun li benim için gece gezen kızlar?*’dan birisi artık. iş bankası yayınlarının kitap için yayınladığı video’nun bağlantısını da buraya bırakıyorum.
bu arada şahane bir şey oldu. kitabın çevirmeni sevgili nuray önoğlu ile cumartesi günü bir söyleşi yapıldı ve ben yıllardır sosyal medya üzerinden hayranlıkla takip ettiğim nuray’la tanışma ve sımsıkı sarılma şansı elde ettim.
ve yayının son satırları hülya ve derya için olsun… son beş gündür artık yaptıkları yuvaya dönüşümlü olarak aralıksız oturuyorlar. yağan yağmur ve daha da önemlisi onları hiç rahat bırakmayan kargalar hayatı zorlu bir hale getiriyor onlar için. tuhaf bir yakınlık hissediyorum onlara 😉 bu arada uzun bir süredir yapmayı hayal ettiğim şeyi de hülya ve derya için hayata geçirdim. artık sadece telefonumla değil, gerçek bir kamerayla fotoğraf çekmeye başladım. inanılmaz acemi bir durumdayım tabii; ama çalışacağım. yukarıdaki kedi fotoğrafı ve aşağıdaki fotoğraflar ilk çalışmalar!
*gece gezen kızlar bir tomris uyar öyküsüdür ve benim bir gece gezen kızlar listem var; tezer özlü, patti smith, billie holiday, nina simone, ursula le guin, anna kavan, füruğ ferruhzad, ümmü gülsüm, eleni karaindrou, asuman susam, eva meijer, maria callas, jessye norman, yiyun li, … ilk aklıma gelenler.
Melodi enfesti, ve tanımıyordum Samarabalouf’u. Elbette albümlerini talan edeceğim.:) Çok teşekkürler. Fotoğraflar müthiş, biraz daha mı büyük olsalardı acaba:) Blogspot ‘da üzerine tıklandığında büyütülebiliyor. Burada denedim olmadı:))
bir dönem döne döne dinlediğim bir grup Samarabalouf; keyiflidir hakikaten. fotoğraflara gelince; biraz daha ustalaşayım daha büyük resimler eklerim elbette;)
kafkafanın kitabı’nı epey merak ettim. müzik için ayrıca teşekkürler:)
ben seveceğini düşünüyorum kitabı 🙂 ve ne demek; müzik olmasa ne yapardık?
Z.cığım,
Sağ köşedeki radyoda çalan parça Tokyo Stories’den.
Bir süre önce izlemiş ve sevmiştin diye hatırlıyorum, iyi oldu denk düştü hatırladım. Arayacağım bu diziyi. 🙂
şarkıyı çaldığım yayına gittim şimdi. epey olmuş, mutfak eski halindeymiş. oradaki masaya ada el koydu. yuvarlak bir masa var artık mutfakta. ve evet inanılmaz sevdiğim bir dizidir. yemek dedektifleri kitabı ruh ikizi gibi bu dizinin. bunları yazarken şarkıyı dinliyorum ben de:)