sanıyorum şu sıralar…

Every place is a good place, only time goes wrong.”

Yiyun Li

kamera ile fotoğraf çekmeye sardığım için bu gece bir rüyada gördüklerim anda donmuş görüntülerden ibaretti; hayatımdaki pek çok şeyin, çiçeklerin, kuşların, evdeki odaların, günbatımıyla eve vuran ışığın, hayatımdaki insanların, yemek yapma sahnelerinin peşpeşe aktığı, neredeyse bir anlatısı olan slayt gösterisini izler gibi izledim rüyamı; aslına bakarsanız neredeyse yaşadığım hayatı izlemek gibiydi… uyandım, gülümsedim ve uyumaya devam ettim

annem de gülecek şimdi bu yazdıklarıma… o oturduğumuz bütün evlere geldiğinde, çevremizde olup bitenden, komşuların günlük rutinlerinden bizden daha çok haberdar olur. şimdi evde çalışınca, sadece komşuların değil neredeyse civardaki kuşların ve kedilerin bile rutinlerine hakimim 😉 yan blokta oturan bir çift minik oğullarıyla evden her sabah aynı saatte çalışma masamın yan tarafından gördüğüm otoparktan arabalarıyla çıkıyorlar ve adam eve yaklaşık yarım saat, 45 dakika sonra geri dönüyor. karısının inanılmaz güzel kızıl saçları var; bir kaç gün öncesine kadar gerçek bir kızıl olduğunu düşünüyordum ama artık boya olduğunu biliyorum! yine yan blokta giriş katında oturan genç çift sabah saat 6.00 civarında ben mutfağa geldiğimde kahvaltı yapıyor; 6.30’da mutfağın ışığı sönüyor. inanılmaz güzel bir tekir kedileri var; özgür bir kedi, etrafta takılıp eve geri dönüyor. bir süredir evde yeni bir kedi daha var; henüz o sokağa çıkma konusunda tedirgin gibi, balkon duvarında takılmayı tercih ediyor. balkonlarındaki çok güzel çiçeklere iki karga dadandı. utanmasam kapılarını çalıp söyleyeceğim; bugün bir saksıyı kargalar aşağıya düşürdü… pencereye gelen kumrular artık yeni yavrularıyla gelmeye başladılar, yavrulardan biri hiç ürkek değil. ve zorba olan kumrum aynı şekilde devam ediyor. o geldiğinde kanat çırpıntısından, uçuşan bulgurlardan ve tüylerden geçilmiyor… tezer’e benzeyen genç bir adam her gün yediden sonra marmaray’a yürüyor. artık kafasını tamamen traş etmeye başladı… karşı apartmanda oturan yaşlı çiftin oğlu (bu tabii ki bir tahmin) hep onlarda artık. balkonda vakit geçirmeyi seviyor ama ne babası ne de annesi ile birlikte oturduklarını hiç görmedim. çok genç değil; kırklarında sanki. boşanmış olabilir, ev sahibi çıkarmış olabilir gibi senaryolarımız var… anne mavi, beyaz renkte gömlekleri askıya takılı bir şekilde balkonda kurutuyor; bu da yeni bir şey! hülya ve derya’yı biliyorsunuz artık. yuvayı beklemeye devam, kargalarla ve hatta bazen kedilerle mücadaleye de devam tabii. günlük bir rutinleri var.. yuvada devir teslim yaparken, önce neredeyse bedenlerini esnetiyorlar ve sonra hızla çok yükseklere uçuyorlar. birbirlerine seslendiklerini biliyorum artık veya bir karga veya kedi yanaştığında ürkerek çıkardıkları sesi tanıyorum ve ürken bedenlerinin nasıl kasıldığını görüyor ve hissediyorum… kırlangıçlar geldi, sabah saatlerinde çok yükseklerde daireler çizerek uçuyorlar ve sonra kayboluyorlar. onları izlerken, yıllar önce yaptığımız ispanya gezisinde gezdiğimiz bütün şehirlerde sabahın ve akşamın erken saatlerine gökyüzünü saran kırlangıçları düşünüyorum…

gündüzleri, eğer evden çıkmadıysam, bütün bu görüntüler, yarım yamalak karakterler, anlık kareler ve rutinler evreninde, müzik ve ara ara haberler dışında büyük bir sessizliğin içindeyim… bütün bunlara eşlik eden ve sessizliği bozan bir şey daha var; kitabı bitirmiş olsam da hala kazkafanın kitabı’nın yazarının evrenindeyim ve yiyun li’yi anlamaya çaba harcıyorum. claire messud onunla yaptığı söyleşide şu soruyu soruyor;

“… peki kurgunun ülkesi neresidir? sözcüklerin dünyası nedir?…”

onun yanıtı ise serbest bir çeviriyle, benim hissettiğim haliyle şöyle;

“… ah keşke bu soruyu sana sorabilseydim. ne dersin? bu soruya yaklaşmanın farklı yolları olduğunu düşünüyorum. birincisi, muhtemelen sen de bunu biliyorsundur, bir kurgu yazarı olarak karakterlerle aynı anda yaşıyoruz; bu hayatta bir grup karakterle birlikte bir yerlerde koşuyoruz. kimse onları göremez. onları yalnızca biz görebiliriz ve onlarla iletişimimiz, etkileşimimiz vardır; tartışma, kavga. ve tüm bu romanları, hikayeleri yazmış olmanın, hayatımı bazı karakterlerle aynı anda yaşamanın bir yolu olduğunun farkındayım. ve dikkatli olmaya çalışıyorum… sözcüklerin dünyası, dünya sözcüklerden ibaret ve bu benim için yaşadığım dünya kadar gerçek. her şeyi görüntülerle işleyen insanlar olduğunu biliyorum,… ben… sözcüklerle yaşıyorum. yani bu bir alışkanlık, sadece zihinsel bir alışkanlık… sadece bir şeye mümkün olduğunca yaklaşmak için sözcüklere baskı yapmak. …. sözcükleri bu şekilde sevdiğimi hissediyorum. dünya sözcüklerden ibaret… evet ben tam olarak böyle yaşıyorum…”

bu sorudan ve daha da önemlisi yiyun li’nin yanıtından yola çıkarak, elimde olmadan, kendi sözcüklerime dönüyorum… gündüzleri büyük ölçüde yalnız ve evde çalışmanın getirdiği sessizlikte elimde olan, elimde kalan şeyler en çok sözcükler benim de; okuduğum makalelerin sözcükleri ve kitapların sözcükleri, iş yaparken kulaklıkla dinlediğim görüntüsüz söyleşi ve haber programlarının sözcükleri; hepsi birbirine giriyor bazen ve hatta hepsi birbirini ve zihnimi enfekte ediyor… işte o anda müzik ve renkler devreye giriyor; evin önündeki otların salınması, kurtbağrının yeni sürgünler verip çiçeğe durması, güzeller güzeli latin çiçeğimin her gün yeni bir çiçek açması, bir kızılgerdanla karşılaşma, bir kargayla göz göze gelme ihtimali, karşıdaki evin duvarından toprağa doğru yayılan asma, kuşlarım, rüzgar, bulutlar, rengarenk tabaklar hazırlamak, sebzelerin yeşilini korumak beni sağaltıyor…

burada susayım ve bu sabah uzun bir aradan sonra döndüğüm chavela vargas‘dan iki parça çalayım

önce obsesión ve hemen ardından paloma negra.

4 Responses
  1. Oh ne âlâ! Enfes bir yazı okudum, iki güzel parça dinledim, kırlangıçlar faslında kıskanmadım çünkü bizim kırlangıçlar da F-16 tadında sürekli uçuş eğitimindeler. Teşekkürler yani:)

  2. Huzurla doldum okurken. Radyo Z’ye her uğradığımda böyle oluyor. Müziklerinizden sözlerinize sayfanın minimalistliğinden işlediğiniz konulara..Çok mutluyum bu blogla tanıştığım ve yazdıklarınızı okuyup dinlediğim için… 🙂
    Komşuların hayatlarını dinlerken kendiminkinin nasıl göründüğünü ve bizim komşularımızın rutinlerini şöyle bir tarttım. Fındık’la konuşmalarım ve içeri girip çıkarken birlikte tıntın yürümelerimizi düşündüm. Bir yandan da etraftaki eşkiyaları (evet eşkiyalar). Huzurlu, sakin, dingin bir mahalleyi, apartmanı gelen veya giden insanlar birden değiştirebilir, iyisiyle sevimsiziyle. Pozitif ayrımcılığı ancak köpeklere (vesilesiyle başka hayvanlara da) yapıyorum, sahiplerine bile her zaman değil..

    1. radyo z

      sizi o kadar iyi anlıyorum ki. dün tuhaf bir şey oldu.iki kadın fotoğrafta gördüğünüz bahçeye geldi. biri telin üzerindeki asmadan yaprağı toplarken diğeri anlayamadığımız bir şekilde yazıda “karşıdaki evin duvarından toprağa doğru yayılan asma” diye sözünü ettiğim yere yayılan asma dalları tamamen dağıttı, bir kenara yığdı ve sonra öylece bırakıp gittiler. neye uğradığımı şaşırdım ve sonrasında kendime çok öfkelendim sesimi çıkarmadım diye…

Leave a Reply

kategoriler