… onlara sadece bir ölü verecektim. şenliksiz bir ölü…
ölüm ve bahar
kitabı ölüm ve bahar’ı okumaya başladığımda bir süre kitabın içine giremedim… birbirini izleyen, virgüllerle ayrılmış artarda dizilen cümleler karanlık ve bir o kadar şiirseldi. yükselen mor bir dağın sarp yamaçlarının gölgesinin vurduğu, yabancıların arasında, kimseyle göz göze gelemeden adeta bir nehre bakarak okudum ilk sayfaları; derin bir küpün ağzında dönüp duruyor hissiyle… bir gece uyumadan hemen önce yatakta kitabı okurken, aşağıdaki satırlarla birlikte kayarak düştüm hissi yaşadım bir an; artık kitabın içindeydim:
“… Bir gece, gergin göğü ve inmiş ayıyla belki de en berrak olan gecede, sokak kapısının açıldığını işittim. Pencereden sokakta ilerleyen üvey annemi gördüm. Aşağı inip biraz uzaktan takip etmeye başladım. Kapılar kapalıydı, açık birkaç pencere vardı ve ayaklarımın altında döşeme taşları kaynıyordu. Bana baktığını sandığım birisi bir pencereden geri çekildi. Huzursuz oldum, ama uyuyanlar daha huzursuz ediyordu…”
maraldina köyü, karanlık, vahşi ve tekinsiz dünyasına beni kabul etmişti. öldüklerinde ağaca gömülen ve ruhlarının çıkmaması için ağızları çimento ile kapatılan maraldinalılar bambaşka bir gerçekliğin içinde, bir at gibi kişnemesi istenen seyirlik mahkumlara sahip, oğulları babalarına benzesin diye hamile kadınların gözlerinin bağlandığı, bir şiddet sarmalının içinde yaşarken bir o kadar da mor salkımlarla, sarmaşıklarla, kelebeklerle birlikte taştan, kayadan, ormandan, nehirden ve demirden pastoral bir evrenin içindeydiler…
“… Taşın üzerine oturduk; sazların kara öbeklerini ve nehrin bir dilimini görüyorduk; uzaklarda birkaç gölge yükseldi, sudan çıkan kuşlar. Demircinin evinde neler yaptığımı anlatmamı istedi, ateşi körüklemem, kızdığında çamur gibi olan demiri dövmem gerektiğini söyledim. Dövdüğünüz için mi çamur gibi oluyor dedi… demirin çamur gibi olduğunu söylemek kızardığında yumuşak oluyor demenin bir şekli dedim…”
mercè rodoreda’nın bu masalsı köyde kurduğu evren metaforlarla dolu; doğayla sımsıkı bağlı bu vahşet alegorisinin ne kadarını anlayabildim bilmiyorum. bir anlamda yabancı olduğun topraklarda ve insanlarla buluşmak gibiydi; uzak olduğumuz kadar yakın ve bir o kadar aşina olduğumuz bu evrende bir süre kalacağım sanırım…
kitap boyunca bana eşlik eden melodiler, miguel llobet soles‘in içinde katalan folk melodileri olan albümündendi…
fotoğraf kitabın uyarlaması olan bir tiyatro oyunundan. bağlantı adresi için lütfen tıklayınız.