son saatlerini…


… Ah acımasızdır uykusuz soru
Delice zeytin yerdi atamız Homeros
Biz yemezdik, aşılı zeytindi bizimki
Suskun arpa, uyur uyanık harlı toprak
Ama yüzyılımız hamdı, delice idi …

yaşadığımız bu yıl nasıldı diye düşündüğümde aklıma gelen ilk sözcük sert oldu. zor değil sert… beni zorlayan şeyleri sert olarak tanımladığımı farkettim sonra; sanırım bu sözcüğün içimde yarattığı duygudan ve hissedişten. inanılmaz güzel gezilerin, yeni heyecanların ve sevinçlerin, toprağa ve ağaçlara kavuşmanın yanında dünyanın, ülkenin içinde olduğu durum ve kendi evrenimde yaşanan irili ufaklı sorunlarla hissettiğim bir sertlikti bu.

sorsalar bu hayatta yaşadığın en zor yıl hangisiydi diye 2022 diyebilirim belki ama bu doğru değil tabii; geçeni çabuk unutuyoruz…

ekranlara bakarak yaşadığımız hayatımız algoritmaların elinde; her birimizin neyi görmemizi ve farketmemizi belirlerken bizim görünürlüğümüzün ve farkedilirliğimizin de ne olacağına onlar karar veriyor. eskiden fil hafızasına sahip zihnimin üzerinden geçen erezyonun ilerleyen yaşla beraber içinden geçtiğimiz dönemden ve algoritmalardan da kaynaklı olduğunun farkındayım…

tabii burada telaşlanmayın demeliyim!

nispeten olumsuz bu girişten sonra içinde karanlık değil umutlu ve neşeli bir şeyler olan kısa bir yeni yıl yazısı yazmaya çalışacağım…

bu unutma faslı hatırlamaya dönecek ve sevinçli birşeyler gelecek…

ve aslına bakarsanız içimde hissettiğim hiç bir şey kesinlikle tamamen karanlık değil; babamın dediği gibi hayat her şeye rağmen çok güzel diyerek sözü canımız leonard cohen‘e bırakayım önce;

çanları çalın hala çalınabiliyorken
unutun mükemmel adağınızı
herşeyde bir çatlak var
ve ışık böyle sızıyor içeriye

***

geçenlerde after yang filmini izledim… üzerine çok şey söylenebilir ama burada anmak istediklerim;

durağan atmosferinin ve renklerinin güzelliği, ki bunun nedeni çin kültürü…

genel olarak büyük bir sessizliğin içinde geçen filmde özenle yazılmış diyaloglar ve seçilmiş sözcükler…

ve bir robo-sapiens olan yang’in hafıza kartındaki yirmi saniyelik anılar. işte tam bu noktada hatırlamaya geliyoruz!

bu kısacık anılar ve görüntüler beni elimde olmadan kendi anılarıma götürdü. hafızamdaki pek çok an ve görüntü içimde bir yerlerde ortaya saçılmış durumda. ve fakat aslında işin en enteresan tarafı bu kısacık anların ve görüntülerin neredeyse hepsinin neşe ve mutluluk saçması…

yaz günü, annemin üzerinde kocaman kocaman mavi kırmızı çiçekleri ve parçalı eteği olan şifonumsu bir elbise var, ablamla sürekli onun dönmesini istiyoruz, dönünce o kadar güzel görünüyor ki…

mahalleden abiler, ablalar kardeşler şeklinde kalabalık bir arkadaş grubuyla falezlerdeyiz, kayaların arasından mağaraya girip dalarak bir delikten ışığı takip ederek yüzüyoruz ve diğer tarafa çıkıyoruz, karanlık suyun içindeki o pırıl pırıl ışığın cazibesi tüm korkuları ortadan kaldırıyor…

kalekapısı’nda güzel sanatlar galerisi’nde o güzelim tarihi binasının bahçeside çardağın altında günay hoca’dan resim dersi alıyoruz, öğrenci olarak sadece memoş ve ben varım, galerinin müdürü ve günay hoca’nın eşi olan esen emekçi de bahçede. kalabalık bir pazar resmi yapıyorum. memoş bir anda yılan yılan diye bağırıyor ben sadece bir hışırtı duyuyorum…

üniversite’de ilk aylarım, kaldığım misafirhane’den çıkıp tunus caddesi’ndeki servis durağına yürürken küçük küçük kar taneleri düşmeye başlıyor, hayatımda ilk kez kar yağdığını görüyorum, gözlerim doluyor ve yüzdüğümü hissediyorum…

yusuf dedemlerin evindeyim, en fazla 5-6 yaşlarında olmalıyım, yukarı çıkan ahşap merdivenlerde oturuyorum, dedem ayakta, bir şeyler anlatıp “di mi?” diyorum, dedem gülümseyerek “di” diyor...

bir yılbaşı akşamı, televizyonda müzedeki hayalet var, korkarak ve göz ucuyla televizyona bakarken salondaki talaş sobasının üzerinde kestane pişiriyorum…

***

hepimize hep umutlu, ara ara dingin ve huzurlu, iç sesimizi hep duyduğumuz, doğaya dokunduğumuz, hayvanlara ağaçlara sarıldığımız, bolca kahkaha attığımız bir yıl diliyorum.

hediyeniz ise bir melih cevdet anday şiiri olsun; ağır ağır okuyun… içindeki içime sinen zeytin kokusunu ve yağmuru hissedin…

YAĞMURUN ALTINDA

Yirminci yüzyılı yaşadım
Ertelenmiş bir yüzyıldı bu
Yıkık bir sur yazgımızın uydusu
Bekletir ömrü yürüyen ayla birlikte
Bırakmaz günün adını koyalım.

Yanıtsız bir yaşamdı erdemimiz
Herkes içindi ve kimse içindi
Okunmamış bir yazı, umudu doyuran,
Duaları düşünmek neye yarar
Kurgular tutuşturdu bacalardan.

Yirminci yüzyılı taşıdım
Tedirginliğimizin zorbalığıdır sanrılar
Ve tohumun beklenmedik gürültüsüyle
Çıplak su gibi yinelenir zaman 
Gökyüzünde usumuzun dirliği

Aklın başarısızlığa uğradığı içtenlik
Bir şive gibidir insan, ey öldürülmüş insan 
Bilinmeyen bir hayvana özgü bir ses gibi
Sabırsız testi, hep dolar gibi olan
Her şeyin sese dönüşeceği bilinemez ki!
 

Yiminci yüzyılı yaşadım
Parlak suyunda boğulmuş sahipsiz
İnsan yeryüzünde durur, bulutlar
Bulutlar düşümüzde doludizgin
Soylu bir çılgınlıktı gündemimiz.

Ellerinde oyuk gözlü idoller
Yüreğimin yalanını besler üç güzel
Bir dağın tepesinde buldum üç güzeli
Ama ses yok, sessizlik yok, önce erte yok.

Yirminci yüzyılı taşıdım 
Golgota’ ya dirilemem ki,
Taşlar arasında yabanıl erinç 
Ölümü diriltiyorduk hep
Yaşam tabular arasında bir esinti.

Mevsimler kurgularla oyaladı bizi
Tarlaya bırakılmış bir at gibi
Bağlı, yalnız ve özgür,
Umudumuz sabrın tutamadığı ırmak 
Umutsuzluğumuz insan kalmak içindi.

Yirminci yüzyılı yaşadım
Dingin karşıtlıkların adını bulmalı
Sel gibi kuruyor yaşlılık, gençlik
Sanki melekleri gördük uzun saçları
Tanrının unutkan kuzgunu idik.

Nasıl unuturum ey doğa
Bana bir diyeceğin vardı, kalakaldım,
Vaktim yetmedi, ölüm kalım,
Bütün yüzyılları yaşadım
Vaktim yetmedi anlamaya.

Yirminci yüzyılı taşıdım
Atalardan kalma huysuzluk
Kuşku, yeryüzü deliliği,
Kıralımız doğuştan yarım
Ama tanrımız Ara Ara idi.

Yaşayamadım yirminci yüzyılı
Kim yaşadı ki kendi yüzyılını 
Akarsuyun dilinden sezenimiz yok
Orpheus’ tan sonra ben geldim
Giz dönüp baktığımız yerde kaldı.

Görüp de bilenimiz yok.

Ah acımasızdır uykusuz soru
Delice zeytin yerdi atamız Homeros
Biz yemezdik, aşılı zeytindi bizimki
Suskun arpa, uyur uyanık harlı toprak
Ama yüzyılımız hamdı, delice idi.

Yirminci yüzyılı yaşadık
O çağa bu çağa gömüldük
Bir şey var, susar, bakar durur
Ölümün soluduğu denizle varolan
Gökyüzünden başka çağ yoktur.

Oysa ne cok gecmis var, ne cok zaman
Ne cok gelecek, ne az zaman
Benzerlikle karşılaştık, susalım,
Kapalı bir avuçtur sözcük
Neden açıp da sormak ister insan?

Sorup da dönenimiz yok.

Hiçbir yüzyılı yaşamadım

Tüy kuşun ruhudur, ses teni
Hep anlar gibi oldum duvara vuran güneşi
Nesne ve bilinç birdir, çağ atlattı beni
Bir hoş bilmece içinde yaşadım.

dingin ol ruhum, belki uzaklarda
Bir yerde nicedir ilk dizeleri
Yaratılıyor acıklı destanımızın 
Çağlar sonra hayranlıkla okunmak için
Belki benzer umursamazlığımız kahramanlığa.

Kalk dostum ormana gidelim
Geyik sesleri içine çökelim
Yeniden doğuş, kıvanç, uyum
Kurgular bir yana, biz bir yana
İlk kez düşünmeden görelim

Martılar gibi yağmurun altında

2 Responses

Leave a Reply

kategoriler