hala çok yorgun….

“… Yeah, I’m wrapped around, and around
And around on your finger now (Ooh, ooh, ooh)
You got me wrapped around, and around
And around on your finger now (Ooh, ooh)
I’ma be right down
…”

hissediyorum… dün pazarda hafifçe kendimi kaybetmiş olabilirim. çok fazla şey almışım; dönüş yolunda çekiştirdiğim pazar arabam bütün yükünü boynuma ve dizlerime verdi! eve gelince alınanları yerleştirdim ve geçen haftadan kalan lahanayla kendi alternatif kapuskalarımdan birini yaptım. yeşil mercimekli, bol soğanlı, havuçlu, kuru domatesli, sarımsaklı, limon kabuğu rendeli ve hafif acı “kapuskam” şahane olmuştu. ada’nın dediği gibi kapuskanın adı yanlış, lahana yemeği daha uygun bir isim onu için. kapuska sözcüğü, burada yazmamam gereken başka hisler uyandırıyor insanda…

sonrasında akşam yemeği bulaşıkları, mutfağın temizliği derken çok yoruldum; allahtan yeşilliklerle annem ilgilendi yine…

bahar kendini yavaş yavaş hissettirmeye başlamış pazarda, yılın ilk sultani bezelyesini gördüm ama almadım; kaz ayağını görünce ise dayanamadım. bu akşam onu pişireceğim; muhtemelen radyo aşdamı’na, bir tarif çıkar…

***

az önce ada’yı geçirdim. kahvaltısı için sandviç yaptım, öğle yemeği içinse dün akşam lahana yemeğinin yanına yaptığım makarnaya eşlik etsin diye birkaç nugget kızartım. onu geçirip, kendime bir kahve demledim ve masama geçtim. şu sıralar genel olarak masama geçtiğimde tracy chapman şarkıları dinlemeye başlıyorum. bir kaç hafta önce yıllardan sonra yeniden sahneye çıktığı bir video yayınlandı; nasıl güzel yaşlanmış ne hala nasıl güzel şarkı söylüyor. buraya şarkıyı bırakıyorum; tracy chapman’a fast car‘ı yeniden düzenleyene luke combs eşlik ediyor.

***

şu sıralar, sabahın erken saatlerinde kahvemi alıp masama oturduğumda eski günlüklerimi okuyorum… “bu günlükleri ne yapmalıyım?” diye kocaman bir soru işareti var kafamda. geriye bırakmamaya karar verdim ama tamamen yok etme fikri de canımı acıtıyor. günlük tutmak uzun yıllardır yaptığım bir şey, kendimi yazarak ifade etme kaygısının bir sonucu sanırım; aslına bakılırsa buraya yazmaktan da farklı bir şey değil. yukarıdaki fotoğrafta soldaki defter ilk günlüğüm, ortadaki küçük olan da şu anda tuttuğum.

22 nisan 1985 yılında tutmaya başladığım günlüğümün ilk sayfasına bir kartpostal yapıştırmışım. kartpostal’ın üzerindeki resimde ve sözde atanur doğan imzası var. sözler ona ait değil, kime ait acaba diye gugulladığımda karşıma bambaşka isimler çıktı; nazım ve titus maccius plautus en önemli olanları… aşağıda verdiğim bu sözlere gençliğimin en erken evrelerinde çok fazla anlam yüklediğimi hatırlıyorum… oysa şimdi hiç bir şey ifade etmiyor…

yaşadığım hiç bir şeyden / pişman değilim / öfkem yaşayamadıklarıma

günlüğümün ilk sayfasının ilk paragrafı şöyle;

Neden insanlar bu kadar kötü. Oysa ben hep iyi şeyler düşünmeye çalışırım. Doğal olarak her zaman değil elbette… Fakat bu zamanlarda bile aklıma kötü şeyler getirmemeye çalışırım… Neden yapmak istediğim şeyleri başka insanların anlamsız düşüncelerine göre yönlendireyim. Bunlar beni bıktırıyor… Dünyayı tanıdıkça mutluluğum gitgide azalıyor…” (22 Nisan 1985, Antalya/22.35)

on yedi yaşın karmaşasıyla başlanan bir defter bu anlaşılan… o hiç bitmeyecek olan karmaşanın keşfinin başlangıcı… sıfır noktası… diyerek susayım ve o günlerde döne döne, elbette kasetten, dinlediğim bir şarkıyı çalayım.

the police

wrapped around your finger

diyor.

1 Response
  1. Pazara gittiğim günlerin ertesinde benim de boynum tek taraflı tutuluyor genellikle, o kadar egzersiz esnetme filan boşa gidiyor. Kendimi kasmadan o pazar arabası nasıl çekilir bi öğrenemedim gitti. 🙁

    Ne hoş tesadüf, Tracy Chapman benim de aklımda son günlerde, hatta hafta içi bir yazıya Fast Car’ı ekleyecektim, son dakikada bir şey oldu vaz geçtim. O videoyu izledim ben de, beğendim. 🙂

Leave a Reply

kategoriler