ve ben 2007’den beri her beş mart günü babamı radyo z’de müzikle andım, küçük anekdotlar anlattım ve hemen her yıl dönümünde akşamları klasik türk müziği dinleyip ali’yle rakı içtim; ruhuna değsin diye… bugün de bu ritüeli bozmayacağız elbette…

şu sıralar bir dizi izliyorum; adı this is us. bir ailenin ve ailenin tüm üyelerinin  farklı dönemlerini kronolojik olarak değil olayların akışına ve gelişmelere bağlı olarak, ileriye, geriye sararak izliyorsunuz. bazen bir sonda, her şeyin en başına gittiğiniz oluyor, bazen de bir başlangıcın aslında nasıl da geçmişle doğrudan bir bağı olduğunu fark ediyorsunuz. aile olmak tuhaf bir şey; bir ağla sarmalanmış gibi bir bağ bu. kendinizi çocuğunuzun karşısında, annenizin nefret ettiği haliyle bulduğunuz gibi, karşınızda çocuğunuzun babanız gibi baktığına da tanık oluyorsunuz; bütün bunlar kendiliğinden ve hiç planlamadan oluyor üstelik… önce kaybolup sonra bir anda kendinizi aşina olduğunuz bir yerde bulmak gibi…

babamla son günlerinde hastanede yaptığımız bir kaç konuşma vardır; gerçek anlamda yaptığımız konuşmalar sadece onlardır diye düşünürüm hep. ne yazık ki ne anne ve babalar ne de çocuklar tam olarak birbirlerine açılmıyor bu hayatta; sözcüklerin üzerinde hep gri bir örtü bırakılıyor. o konuşmalardan birinde “çok değiştim z. kendimi tanıyamıyorum” demişti bana. ne demek istediğini yıllardır anladığımı sanıyordum. ama sanırım daha yeni anlamaya başladım.  çünkü geçmişi tuhaf bir şekilde arkamızda bırakırken hem unutuyoruz hem de evriliyoruz; hem içsel hem de dışsal nedenlerle…

***

ve baba, müzik olarak da bir değişiklik yapıp sana şevval sam çalıyorum… kızacaksın belki ama güzel söylüyor be bu kadın 😉

sen hep beni mazideki halimle tanırsın

diyoruz.

[audioplayer file=”https://radyoz.info/wp-content/uploads/2017/03/Şevval-Sam-Sen-Hep-Beni-Mazideki-Halimle-Tanırsın-II-Tek-2012-Kalan-Müzik-.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

hem de cuma neşesi olsun diye, işe kısa bir mola vererek, radyo z’ye epey uzaktan, erzurum’dan katılan sevgili bilge için dinliyoruz şimdi.

pink martini

amado mio

diyor.

[audioplayer file=”https://radyoz.info/wp-content/uploads/2017/03/Amado-mio.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

sevgili bilge de kırmadı ve ve benim ıssız ada sorularımı yanıtladı; pink martini tercihi bundan dolayı…

ıssız ada soruları bbc radio 4’de 1942 yılından beri yayınlanan bir radyo programı olan Desert Island Discs‘den. her programın bir konuğu oluyor, konuk kazazede kabul ediliyor ve ona yanında olmasını istediği 8 adet ses kaydının (aslında hepsi müzik olmak zorunda değil), kutsal kitaplar hariç bir kitabın ve bir lüks, kıymetli nesnenin ne olacağı soruluyor.

radyo z henüz tamamen arkadaş ve tanıdıklardan oluşan küçük bir grupken bu oyunu oynamış ve herkese yarim ali’nin de desteğiyle tüm müzik tercihlerinden oluşan bir dvd hediye etmiştim. dvd’nin kapağında herkesin kendi keyif nesnesi vardı; keyifliydi…

evet sessizce ve fakat düzenli bir şekilde beni takip eden dinleyicilerim siz de ortaya çıkıp bir ‘ce’ demek isterseniz ben buradayım ve sorularınız yukarıda. bunun dışında size kimsiniz, kimlerdensiniz demem…

imajın kaynağı için şuradan lütfen

 

düşlerin ve masalların geldiği ve her şeyin daha yavaş aktığı bir evrene kavuşmak hayaliyle, sevgili öykü’ye, nice yaşlara, nice masallı günlere, nice adımlanmış yollara diyerek

hang massive çalıyorum.

beats for your feet

diyoruz.

ve borges’den minik bir masalı usulca buraya bırakıyorum:

“Chuang Tzu düşünde bir kelebek olduğunu gördü, ama uyandığında, düşünde kendini bir kelebek olarak gören bir insan mı, yoksa düşünde kendini insan olarak gören bir kelebek mi, olduğunu bilemedi.”

[audioplayer file=”https://radyoz.info/wp-content/uploads/2017/03/HANG-MASSIVE-BEATS-FOR-YOUR-FEET-2012-HD-.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

imaj öykü’nün kendisi ve onun masal evreni 😉

rüyamda, görüntü olmaksızın, “nazım’ın bir dizesi var”  diyerek uyandım…

hangi dize bilmiyorum… rüyanın başı sonu yok… sadece bu cümle… tek başına, görüntüsüz, ışıksız, karanlık bir cümle…

uzun bir süredir nazım’ı hiç okumamışken, düşünmemişken, içimin hangi dehlizinden, hayatın hangi çağrışımından çıktı geldi bu cümle bilmiyorum…

ve acaba hangi dizeydi?

yanıma bir nazım kitabı alarak çıkmak istedim sabah ama telaşla unuttum…

servise bindiğimde google maharetiyle memleketimden insan manzaraları’nın pdf’lerini bulup biraz okudum. aşağıdaki dizelerde takıldım kaldım ve o dizelerle siste ilerleyen serviste kendimi uykunun kucağına bıraktım.

kulağımda, alexandre tharaud, 

schubert‘in

impromptus, op. 90, d. 899: n. 3‘ünü

çalıyordu.

[audioplayer file=”https://radyoz.info/wp-content/uploads/2017/03/Alexandre-Tharaud-Schubert-Impromptus-op.-90-D.-899.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

kargalar gördüm

gübreden kalkıp

dallara konup

ezanlar okuyorlar.

Bir adam gördüm

oturmuş derenin başına;

yol vermiyor aksın

içiyor tekmil suyunu.

Geyikler gördüm

kaçıp gitmezler,

koşarlar peşinden avcının

vur, diye ille bizi…

ama güneş tuhaf, parlak bir griliğin ardından parlıyor. sanki gökyüzü parlak opaktan bir levha gibi… hava ılık ve ben yağmur yağsın istiyorum. şu doğayı canlandıran yağmurlardan; yağdıkça yeşili şenlendiren, toprağı susuzluğundan gideren cinsten…

günler öylece geçiyor. büyük ölçüde çalışarak… arada yavaş yavaş da olsa bir şeyler okuyorum ve bir şeyler izliyorum. ama şu sıralar pek onlardan burada söz edemiyorum; niye bilmiyorum…

belki, manchester by the sea‘yi anmalıyım. filmi çok sevdim ve tüm oyuncuların sade ve sakin oyunculuğunu, denize paralel uzanan kasabanın güzelliğini, nefis deniz fenerini, şahane müziklerini…  casey affleck’den yansıyan, içinize çarpan o keskin ve derin acıyı hissetmekse zordu. filmi, gözlerimde hafif bir nemle, izledim… bittiğinde minik bir göz yaşı damlası yanağımdan kaydı, geçti.

bazı filmlerin bazı sahneleri vardır; her şey gider ama o anı hiç unutmazsınız. benim için bu filmin o sahnesi şu yukarıdaki fotoğrafın olduğu sahne…

filmin müzikleri büyük ölçüde klasik müzik eserleriydi. ama burada bambaşka bir melodi çalmak istiyorum…

the ink spots ve ella fitzgerald söylüyor

I am beginning to see the light.

[audioplayer file=”https://radyoz.info/wp-content/uploads/2017/02/The-Ink-Spots-Ella-Fitzgerald-Im-Beginning-To-See-The-Light.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

kim olduklarını epeydir çok merak ettiğim iki dinleyenim, aniden, ortaya çıktı.

birisi sivas’dan diğeri tekirdağ’dan…

eğer buralarda, yakınlarımdaysanız, böyle kısacık da olsa bir “ce” derseniz beni tahmin edemeyeceğiniz kadar mutlu edersiniz; aklınızda olsun…

elbette onlara “kimsiniz, kimlerdensiniz” demedim; ıssız ada sorularımı sordum. bir insanı hafifçe tanımak için güzel ve yeterli sorular bunlar çünkü.

şimdi hoşgeldiniz niyetine,

önce, sevgili s.’ye, ıssız ada’ya bir enya albümü ile gideceği için

may it be

[audioplayer file=”https://radyoz.info/wp-content/uploads/2017/02/Enya-May-It-Be.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

ve hemen ardından, bir türkü seçkisi ile ıssız adaya gideceği söyleyen sevgili g.’ye, epeydir döne döne dinlediğim ve bana çok iyi hissettiren kerem sevinç‘in zazaca türküsü

perperik

geliyor.

[audioplayer file=”https://radyoz.info/wp-content/uploads/2017/02/Kerem-Sevinç-Perperik.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

bir de bu iki güzel kadın için hafif bir nergis kokusu bırakıyorum buraya…

taşla, kumla, çakılla, deniz kabuklarıyla biriktiriyorum, böylece gidemediğim yerler bana geliyor, böylece aslında hepimizin aynı toprağa bastığımızı ve aynı toprağa gideceğimizi hissediyorum…

bu sefer yolcularım küba’dan. onları sabahtan beri güneşle yıkıyorum ve memleketlerinin şarkılarını dinletiyorum; çünkü iki farklı plajdan sökülüp bana getirilmişler. sağdaki iki tanesi ancon plajından, soldaki üç tanesi ise varadero plajından…

bu güzel mercanlara, deniz kabuklarına ve fosillere nefis bir şarkı geliyor şimdi; bana hep sahilleri, dalga seslerini hatırlatan bir şarkı.

omara portuondo

söylüyor

veinte años

[audioplayer file=”https://radyoz.info/wp-content/uploads/2017/02/Omara-Portuondo-Veinte-años.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

 

yanımdan arkası açık bir kamyonet geçti; balya haline getirilmiş gazetelerin yanında bir adam oturuyordu içinde. sonra araç durdu, ben eski tren istasyonundaki alt geçide girdim. arkamdan koşarak gelen birisi hızla beni geçti, elindeki balyadan aracın arkasında oturan adam olduğunu anladım. bir taraftan koşuyor bir taraftan bizim istasyonun sakinlerine, kedilere, laf atıyordu. yemek yiyene ‘afiyet olsun‘, öylece oturana ‘sen yedin mi?‘ deyip, bir diğerine ‘naber‘ diyerek koşmaya devam etti…

arkasından kocaman bir gülümsemeyle bakakaldım; normalde her sabah, karanlığından ve ıssızlığından ürktüğüm tren istasyonu sabah neşesine dönmüştü bir anda…

ben yola doğru ilerlerken geri dönen adam, bana da gülümseyerek “günaydın” dedi ve geçti.

sonra servise bindim…

otobüs kartal’a yaklaşırken, denizin üzerinde hafif bir aydınlık ve ışıltı,  gökyüzünde ise pespembe bulutlar vardı; evet hava aydınlanıyordu; “sonunda” dedim “gün ağarırken yollara düşeceğiz“…

***

sonrası malum, yoğun iş… ama sıkıntı yok, kedilerle konuşan adamın ve pembe bulutların  yarattığı his hala benimle…

şimdi bu kısa moladan sonra çalışmaya devam ama önce o pespembe bulutları farkettiğimde kulağımda yankılanan nefis agnes obel melodisi geliyor.

red virgin soils

diyoruz.

kulaklığı takın ve sesi açın… gözlerinizi kapatın… nereye gideceğiniz size kalmış…

[audioplayer file=”https://radyoz.info/wp-content/uploads/2017/02/Agnes-Obel-Red-Virgin-Soil-Official-Audio.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

 

yukarıdaki kediyi sorarsanız sabah yemek yiyen o 😉

serin rüzgarlı bir güne bıraktı… öğle tatilinde bahçeye çıkıp derin derin nefes aldım, biraz okumaya çalıştım ama sonra üşüdüm ve çiçek toplayıp içeriye kaçtım. çiçek topladım derken ciddiyim; birazcık kalan kardelenlerden ve birazcık da nergis şu anda masamın üzerinde bana gülümsüyorlar…

şimdi, sabahtan beri kafamda dönüp duran melodiyi çalıp kaçacağım ve tekrar çalışmaya başlayacağım.

her dinlediğimde, bizim komşunun oğlanları gibi hissettiğim yüzyüzeyken konuşuruz söylüyor

kendi evimde deplasmandayım

[audioplayer file=”https://radyoz.info/wp-content/uploads/2017/02/YÜZYÜZEYKEN-KONUŞURUZ-KENDİ-EVİMDE-DEPLASMANDAYIM.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

 

1 36 37 38 39 40 46