“Suzanne takes you down to a place by the river
You can hear the boats go by, you can spend the night forever…”

bugün güne, normal sabah rutinlerimin sonrasında, müzik dinleyerek ve blog okuyarak başladım. ardından çalıştım ve sonra haberleri dinleyerek avokado, haşlanmış yumurta ve üç çeşit yeşil ot ve baharatlardan oluşan bir kahvaltı hazırladım; nasıl derseniz hepsini bir ayaya getirerek ezdim ve ekşi mayalı köy ekmeğinin üzerine sürdüm.

“marmara denizinde müsilaj geri dönüyor” haberi günü ilk kötü haberiydi 😔

sonra kahvaltımı yaparken live to bloom‘un sayfasından “Numeroloji 2025: Rakamlar Yeni Yılda Bize Neler Söylüyor?” başlıklı yazıyı okuyup kendi 2025 sayımı hesapladım; sonuç 3’tü. numeroloji meselesi ilgilendiğim ve anladığım bir şey değil aslında ama çıkan sonucu öptüm ve aldım başıma koydum;

Bu seneki ana temanız yaratıcılık olacak. Üç rakamı keyif, sanat, hobiler ve düzeni temsil eder. Konfor alanınızdan çıkarak yeni deneyimlere atılabilir ve yeni bakış açılarına kucak açabilirsiniz. Aynı zamanda içsel dünyanıza dönerek yaratıcılığınızı ortaya koyabilir ve ilgili olduğunuz alanlarda olumlu gelişmeler yaşayabilirsiniz. Sanatsal konularla ilgilenmek bu sene sizlere iyi gelecektir.”

sonra bizim aile WhatsApp grubundan herkesin sayısını gönderdim; enteresan bir şekilde sayılar son derece uygundu 🧐

sevgili ceren yılbaşı sofraları için tarif istemişti; bununla ilgili olarak bir kaç tarifi kenara koydum. denedikçe sizlerle paylaşacağım 🌱🌱🌱

şimdi artık çalışmaya geri dönmeliyim ama dönmeden önce bugün birlikte çalıştığım canım giovanni mirabassi‘nin en sevdiğim albümlerinden birisinden bir parça çalayım.

yo me quedo‘yu dinliyoruz (10.00)

yayıncılığını yaptığımız dergilerden birisi dün akşam yayınlandı; onu linkedIn duyurusunu yayınladım ve diğer dergi için çalışmaya devam ettim.

öğle saatlerini biraz geçince yürüyüş için sahile indim. üç turu tamamlayınca, minibüs yoluna çıktım ve 24 yıldır tanıdığım çiçekçim kısmet’ten kasımpatılar aldım. aslında epeydir kısmet’ten almıyordum çiçeklerimi çünkü mahallenin pek de gitmediğim bir tarafına kuruyordu tezgahını çok zamandır. onu tanıdığımda hemen bizim mahallede eve bir kaç apartman uzaklıkta bir köşe başında satardı çiçeklerini. sevgili neslihan bugün neden ona gittiğimi çok iyi biliyor. günlüğünde onun çiçekleri için yorum yaparken, kısmet’in adını hatırlayamadım; kendimi çok kötü hissettim ve bugün uğramaya karar verdim. gittiğimde dantel örüyordu. uzun bir ayrılık olduğu için sarıldık. çın çın çınlayan sesiyle “nerdesin sen” dedi? anlattım ve “söz bundan sonra sana geleceğim çiçek almaya” dedim. yanında her zaman olduğu gibi kocası vardı ama yine her zaman olduğu gibi güç kısmet’teydi. benim gibi geçen yıllar onun da yüzüne yansımıştı. gök gözlü şahane bir çingene kadındır kısmet; ama bakışlarının eski parlaklığı yok artık. dört torunu olmuş, sonuncusu dört ay önce gelmiş. sonradan doğurduğu oğlan dokuz yaşındaymış. “minik dayı yeğenlerle büyüyor yani” dedim. sağlam bir kahkaha attı, “çok özlemişim seni, eski müşteriler bambaşka” dedi. vedalaşırken bir daha sarıldık.

küçük bir alışveriş yapıp eve döndüğümde tezer kendisine hamburger yapıyordu. vazoları aldım, mutfağın kapısını kapattım ve banyoda salona, ada’nın odasına, mutfağa, çalışma masama ve banyoya olacak şekilde çiçekleri düzenledim; bunu yapmayı çok seviyorum.

sonra yıkanan çamaşırları astım, tezer’den evi biraz süpürmesini rica ettim. dört kişi yaşayınca ev kesinlikle daha hızlı kirleniyor. ben yeşillikleri yıkadım ve bu akşam yalnız olacağım için kendime yeşil bir akşam yemeği hazırladım. ilk gün tam olarak uygulayamamıştım ama dört gündür ayurvedik besleniyorum. ana öğün sayım kendiliğinden ikiye düştü. arada bir kez meyve ve kuruyemiş yiyorum dikkatlice. şimdiden kendimi iyi hissetmeye başladım.

bu akşam evde yalnızım. tezer evden “sana huzurlu bir akşam diliyorum” diyerek çıktı. bir ara ada aradı, bana kısa bir güncelleme yaptıktan sonra “bu sayı işini anlamadım, nasıl bu kadar uygun olabilir hepimiz için ayrı ayrı ” dedi. “bilmiyorum, ama doğruyu söylüyor sayılar sadece onu dikkati alalım” dedim.

şimdi artık pijamaları giyeceğim, kendime bir kadeh viski alacağım ve evin sessizliğinin tadını çıkaracağım. ama gitmeden önce son bir saattir bana eşlik eden aga zaryan‘dan nefis bir leonard cohen şarkısı gelsin.

açık ara en sevdiğim aşk şarkısı olan suzanne‘yi dinliyoruz.

şarkının hikayesini merak ederseniz şurada güzel bir yazı var. bu yayının kapağı da şarkıya konu olan suzanne verdal. böylece radyoluğumu da yapmış olayım değil mi? 😉

Bir kırlangıç bir su birikintisi bir parça gök.
Bir şiirden düşmüş olmalı bunlar.

Böyle diyordu yoldan geçen biri.

-ilhan berk

her zaman olduğundan daha geç kalktım bugün; saat sekize geliyordu. böyle olunca, tuhaf bir kafa karışıklığı yaşıyorum. çocukluğumdan beri iflah olmaz bir rutin manyağıyım; yapacak bir şey yok, bunu kabul ettim artık! güne bu kafa karışıklığı ile başladım ve sonra ada kalktı, okula gitmeden önce ona kahve yapmamı rica etti. onu geçirdikten sonra çalışmaya devam ettim ve tezer kalktı ve “bana kahve yapar mısın ricasıyla” o da mutfağa geldi. çocuklar onlara kahve yapmamı seviyorlar; sanırım ben de onlara kahve yapmayı seviyorum…

tezer, çatıda bizim hayatta kalan‘ın olduğunu ve hayatın anlamı üzerine düşünüyormuş gibi derin düşüncelere daldığını söyledi. derya veya hülya da vardı çatıda ama yavru ona sırtını dönmüştü. “kesin kavga etmişler” dedi tezer. sonra dikkatlice bakınca yavrunun farklı bir martı olduğunu anladık; daha minikti çünkü.

kendime trabzon hurmalı, cevizli, chia tohumlu ve tarçınlı bir yulaf ezmesi yaptım ve rezene çayımla birlikte kahvaltımı yaparken bir japon YouTube kanalında yeni çıkan “morning routine” videosunu izledim. bu kanal iskandinav yaşam tarzına uygun ürünler satan bir mağazanın kanalı ve çok seviyorum.

sonrasında biraz blog okudum ve sevgili ceren’in spotify’daki müzik listesine daldım. çünkü Ennn.. Bloglar 😉 – Mim Daveti başlıklı bir yazı yazmıştı ve radyo z’yi de “en güzel şarkıları ekleyen blog” olarak yazısına almıştı 🥰 listeyi dinleyince çok benzer bir müzik zevkimiz olabileceği hissine kapıldım doğrusu…

***

TDK bu yıl bir ilk kez “Size Göre 2024 Yılını Karşılayan Kelime/Kavram Hangisidir?” anketi yayınladı. ben seçimimi yaptım. https://anket.tdk.gov.tr/ diğer yanda oxford’un yayınladığı beyin çürümesi konusu ilginizi çektiyse orhan bursalı’nın herkese bilim teknoloji yazarı tanol türkoğlu ile yaptığı söyleşiyi şiddetle öneririm. bağlantı için lütfen burayı tıklayınız.

günün en güzel anı neydi derseniz penceremin önünden çok kalabalık bir sığırcık sürüsünün geçişiydi.

ve “en büyük başarı” aşdamı’na bir tarif daha eklemem oldu.

bu günlük bu kadar diyerek daniel melingo‘dan pesar‘ı dinliyoruz.

“Ormanda yürüdüğümüzde, çimenlere uzandığımızda, denizde yüzdüğümüzde doğaya dışarıdan dokunmuş oluruz; bilinçdışıyla ilgilendiğimizde ve rüyalar yoluyla kendi içimize yöneldiğimizde, doğaya içeriden dokunuruz ve bu aynı şeydir, her şey yeniden yoluna girer.”

-C.G. Jung, Dream Analysis

keyifli ve verimli bir gündü. dün gece düzgün uyudum ve bolca rüya gördüm; rüyalardan birisinde bir araştırma grubuyla birlikte yemyeşil ormandaydım. son gündü ve neşeli grup fotoğrafları çektiriyorduk. elimde minik beyaz bir fare vardı ve fotoğraflara onunla birlikte poz veriyorduk. uzun bir aradan sonra rüyamda kendi yüzümü gördüm! sonra birden fotoğraflar elimdeydi. fareyle birlikte yalnız olduğumuz fotoğrafı aradım ama yoktu; meğer o sırada fotoğrafımız değil videomuz çekiliyormuş. o videoyu izlerken görüntüye düşen bir yaprak girdi; sarı, yeşil ve kırmızının tonlarının bir arada olduğu çok güzel bir yapraktı. onun ağır ağır düşüşüne odaklandım ve o sıraya uyandım.

sabah saatlerinde çalışıp, geç bir saatte, haşlanmış yumurta, dereotu, nane, maydanoz, çörek otu, keten tohumu ve avokadodan oluşan ayurvedik kahvaltımı zencefil çayı ile birlikte yaptım. biraz daha çalıştım ve havanın açtığını fark edince hızla hazırlanıp sahile yürüyüşe gittim. kapıdan çıkarken sevgili elif’in listesini çalmaya başladım. ilk parça şahane bir başlangıç olarak queen‘den killer queen‘di.

yürüyüş çok güzeldi; adeta rüyamın devamı gibiydi. son kalan sapsarı dut yaprakları ağır ağır düşüyorlardı. günün ganimetleri olarak yapraklar, kurumuş tohumlar topladım ve kırık bir deniz yıldızı kolu buldum…

yedi bin beşyüz adım attığımı görünce dönüş yoluna geçtim ve eve girerken irene cara, what a feeling‘i söylüyordu.

öğle yemeğini bir cennet hurmasıyla ara öğüne dönüştürmüştüm; bu yüzden dönüşte çok acıktığım için erken bir akşam yemeği için kendime balkabaklı, pancarlı, ıspanaklı ve bol baharatlı bir bulgur pilavı yaptım. nefisti 😉 bu tarifleri aşdamı’na ekleyip ayurvedik beslenmeden söz edeceğim. eğer yapılabilirse insana gerçekten iyi gelen bir beslenme biçimi bu. bu arada sevgili pınar’ın bir önceki yayındaki yorumu bana sağlam bir kahkaha attırdı; onun ne hissettiğini çok iyi biliyorum.

yemeğimi yedikten sonra humus yaptım; ada çok uzun süredir istiyordu çünkü. humusu yapmaya çalışırken çocuklar yanımda bağır çağır bir şeyler anlatıyorlar ve şakalaşıyorlardı ve ben o esnada kulağımdaki kulaklıktan nevşin mengü’yü dinlemeye çalışıyordum. beni bir rahat bıraksanız humusumla diyerek onları kovaladım. tamamen doğaçlama, neyi ne kadar koyduğumu bile bilmeden yaptığım humus çocukların büyük övgüsünü aldı 😉

şimdi bunları yazarken sema‘nın efsane hanımlar albümü benimle; uzun bir süredir dinlemiyordum, çok özlemişim. hadi iki parça dinleyelim birlikte; önce hasret, sonra fikrimin ince gülü gelsin.

… Oh, oh, oh, ah-la!
Her günün ışığı
Her günün ışığı
Siz beni duyuyorsunuz!
Her günün ışığı
Siz beni duyuyorsunuz!..
.”

-head honcho şarkısının nakaratı

gece düzgün uyuyamadım ve bedenimdeki ağrılarla her zaman olduğundan daha geç kalktım. biraz esnemeye çalıştım ama hiç gücüm yoktu. pencereleri açtım, salonun akşam dağınıklığını toparladım ve çalışma masama geçtim. uzun bir süredir dinlemediğim bir melodiyi (clint mansel ve kronos quartet‘ten together we will live forever) açtım ve kendimi ona bıraktım; bu parçayı ne çağırmıştı hiç bilmiyorum! (8.30)

bu ay dergileri yayınlıyoruz; artık son hazırlıklar zamanı. tasarımı bitenlerin son kontrollerini yapıyorum. bugün çalışırken bana yeni bir liste eşlik ediyor. sabah posta kutuma sevgili elif‘in mesajı düştüğünde kavuştum bu listeye ve hemen çalmaya başladım. araya başka şeyler girdi elbette ama hala devam ediyorum…

pazar günü ChatGPT’ciğimle biraz ayurvedik beslenme üzerine hasbihâl ettik. bir dönem uyguladığım ve bana çok iyi gelen bir beslenme biçimi bu. bir kaç test sonrasında vata-kapha olan doshamı yeniden öğrendim. bana bazı tavsiyelerde bulundu sevgili “yapay zekam”;

“… Ilık, hafif, kolay sindirilebilir yiyecekler tüketin. Vata’yı yatıştırmak için ılık, yağlı gıdalar; Kapha’yı dengelemek için ise baharatlı ve hafif yiyecekler tercih edin.

Orta düzeyde, düzenli egzersizler hem Vata’nın hareketliliğini hem de Kapha’nın durağanlığını dengeleyebilir.

Düzenli bir günlük rutin oluşturun. Vata’nın kaotik doğası ve Kapha’nın tembelliği, düzenli yaşam alışkanlıklarıyla dengelenir.

Meditasyon ve nefes çalışmaları; zihinsel dengenizi korumak için faydalıdır...”

57 yaşında, vejeteryan, kalsiyuma ve proteine dikkat etmesi gereken bir kadın için” bir haftalık diyet listesi istedim. gelen listeyi notion günlüğüme kaydettim ve iki gündür uygulamaya çalışıyorum. ayurvedik beslenmenin en önemli unsurlarından birisi taze yemek yemek. bu yüzden çalışmaya ara verip kendime bir porsiyon yemek yaptım; belki aşdamı’na eklerim diye fotoğraf da çektim tabii.

yemeğimi yerken kahvaltıda başladığım kızıl goncalar dizisini izlemeye devam ettim. bir gün bu dizi üzerine düşüncelerimi de yazmalıyım; ev halkı diziyi sevmemi şaşkınlıkla karşılıyor 😉 şimdi yine kısa bir mola ve bunları yazıyorum (16.30).

ada okuldan geldi ve onunla uzun uzun konuştuk; bitmesi gereken makale bitmedi ve benim kafa dağıldı. şimdi kalkıp akşam yemeği için bir şeyler hazırlamalıyım! ama gitmeden önce DeVotchka‘dan head honcho‘yu dinleyelim. sabahın aksine biraz daha sert bir şeye ihtiyacım çünkü. sesi açın derim…

“… bu görmezden gelemeyeceğim bir hak; tutkuyla sevdiğim topraklar için şarkı söylemek…”

parastoo ahmadi

yolun yarısında yakaladım bu yolculuğu. yol ne derseniz “yay güncesi” yani aralık ayının kaydı bir anlamda, yılı bitirirken derin bir nefes alarak koşmaya devam etmek gibi. bir sonraki yıla daha güçlü girmek için; en azından benim için böyle! sevgili neslihan‘ın başlattığı ve nurşen‘in, nilüfer‘in ve günlüğü ile yeni tanıştığım leylan‘ın bu yolculuğundayım bu satırlarla…

dün “zinciri kırma” listemde blog oku şeklinde yer alan bir eyleme, yani bloglara geri döndüm. hem çok sevdiklerime kavuştum hem de bu güzel yolculuğa dahil oldum. burada, o derin sessizliğe geçmeden hemen önce yaşadığım olağanüstü güzel bir buluşmayı anmadan olmaz tabii. yazın son günlerinde yıllardır yazılarını okuduğum, uzaktan çok sevdiğim ve kendime çok yakın hissettiğim blog yazarlarıyla buluştum. yukarıdaki resim bulutlu, şiddetli bir yağmur geçişinin olduğu ve bir o kadar güneşli bir istanbul gününde yaşanan buluşmadan. 2024’ün en güzel günlerinden biriydi kesinlikle…

***

işin aralık günlüğü kısmına gelirsek önce ilk onbeş güne ilişkin bir özet geçmeliyim sanırım;

aralık ayında izlemekten en keyif aldığım şey sanırım bir ingiliz polisiyesi olan ellis oldu. sadece üç bölümlük bir mini dizi bu; her bir bölüm yaklaşık bir buçuk saat. DSI ellis siyah bir kadın, muhtemelen ellilerinin sonlarında; yardımcısı DS chet harper ise inanılmaz tatlı ve hafif çizgi film karakteri gibi genç bir adam. hikayeler küçük kasabalarda, kırsalda, işini iyi yapamayan polislerin olduğu karakollarda geçiyor. karakterlerimiz bu yerleşimlere vakaları çözmek için gidiyorlar… ingiliz ve kuzey avrupa polisiyelerinin çok ayrı bir yeri benim için. aslında bu sevgili yarimle ortak keyfimiz ve çocuklar bu polisiye merakımızı anlayamıyorlar. onlara göre fazla bunaltıcı şeyler izliyoruz. bir dönem evde seri katiller üzerinde bir kitap vardı; tezer yıllar sonra o kitabı çok yadırgadığını itiraf etmişti bana 😉 insan doğasının “olağan olmayan” hallerine olan merakımdan bu polisiye tutkusu muhtemelen… başka şeyler de izliyorum tabii; onlardan da söz ederim sonra.

aralık ayında hayatıma giren yeni şey ise bir rüya eğitimi oldu. geçen hafta salı günü başladı; bir süre her salı akşamımı buna ayıracağım. rüyalara sarmışken böyle bir şeyin karşıma çıkması çok keyifli. bu arada rüyalarımı yazmaya, onları anlamaya çalışmaya, rüyalar üzerine okumaya ve hatta notion’da görsel bir rüya günlüğü oluşturmaya da devam ediyorum…

aralık ayında oya baydar’ın yazarlar evi cinayeti ve hikmet hükümenoğlu’nun sonra gözler görür kitaplarını bitirdim. her iki kitap da hayal kırıklığı idi. oya baydar tanıdığım ve sevdiğim bir yazar olarak hayal kırıklığı yaratırken, hikmet hükümenoğlu kitabı muhtemelen yanlış bir başlangıçtı. şimdi ise ilk kez şebnem işigüzel okuyorum; memoria. küçücük harflerle yazılmış 933 sayfalık bu kitapla yolumuz uzun…

suriye’yi takip etmeye devam. sanırım 2010 yılında yaptığımız suriye gezisinin ayrıntılarını buraya yazacağım. suriye karışmadan hemen önceydi ve bambaşka bir ülkeydi orası!

2024 yılı spotify müzik maceram son iki yıldır olduğu gibi oldukça “sıkıcı”. sevgili elif derviş‘in günlüğüne de yazdığım gibi emekli olup şimdi yaptığım işi yapmaya başladığımdan bu yana yoğun bir şekilde çağdaş klasik müzik bestecilerine yoğunlaştım. makale okurken, dil kontrol ve düzeltmelerini yaparken en iyi bu şekilde odaklanabiliyorum çünkü. canım max richter en iyi çalışma arkadaşım artık.

sanırım on gün falan oldu güne altı parçadan oluşan bir liste ile başlıyorum. sosyal medyada karşıma çıkan bu liste strese ve kaygıya iyi gelen parçalardan oluşuyor. yaklaşık 25 dakika süren bu altı parça ile esneme egzersizlerimi yapıyorum; kesinlikle iyi geliyor, tavsiye ederim.

ve son konu bu yayının müziği. dün ışın eliçin’in programını dinlerken tanıdım parastoo ahmadi‘yi. ekibinden iki elemanıyla birlikte şu anda hapiste. bu konseri 11 aralık günü karvansara concert başlığıyla YouTube’da canlı yayınlıyorlar ve ardından tutuklanıyorlar. yukarıda konserin bağlantısı var. aşağıda ise parastoo’nun sözleriyle birlikte şarkılarını dinleyebilirsiniz.

Ben Parastoo’yum, sevdiğim insanlar için şarkı söylemek isteyen bir kızım. Bu, görmezden gelemeyeceğim bir hak; tutkuyla sevdiğim topraklar için şarkı söylemek. Burada, sevgili İran’ımızın bu bölümünde, tarih ve mitlerimizin iç içe geçtiği yerde, bu hayali konserde sesimi duyun ve bu güzel vatanı hayal edin..”

Önemli olan tek şey fadoyu hissetmektir. Fadonun söylenmesi gerekmez; sadece olur. Hissedersiniz, anlamazsınız ve açıklamazsınız.”

– Amália Rodrigues

bir hava var. öğle saatlerinde çalışmaya ara verip sahile yürüyüş yapmaya indim. sonrasında küçükyalı üzerinden küçük bir alışveriş yaparak eve döndüm. her cumartesi olduğu gibi, saat üç olduğu için ışın eliçin’in uluslararası meseleler hakkındaki programını açtım; elbette konu suriye idi. itiraf edeyim günlerdir suriye ile yatıp kalkıyorum. 2010 yılında yaptığımız rüya gibi suriye gezisinin de bunda etkisi var. ama bu sefer dayanamadım, programı kapattım ve sahildeki inanılmaz güzel sararmış dut yapraklarının etkisiyle mathilde larguinho‘dan fadolar dinlemeye başladım ve carmencita ile birlikte buradayım işte.

günlerdir süren yağmurlu havadan memnundum ama bugün güneşli, masmavi gökyüzünde tül gibi uçuşan bulutların olduğu serin hava beni mutlu etti; daha doğrusu iyi geldi. bu hava değişikliğinin yarattığı basınç değişikliği elbette migrenimi tetikledi; dün akşamdan beri berbat bir ağrı çekiyorum ama olsun!

fado çalınca amália rodrigues dinlemesek olmaz diyerek.

fado dos fados geliyor.

“… Uyanıkken insanların dünyası ortaktır, ama uykuda herkesin ayrı bir evreni vardır…”

– 
herakleitos 

bitirmeye hazırlanıyoruz. çalışma açısından fena bir gün değildi ama dışarı çıkıp yürüyemedim maalesef; zinciri kırma listemin bir diğer maddesi de bu çünkü…

neyse lafı uzatmadan dün sevgili sevin ve şule’nin sorduğu soruyu yanıtlayayım. yani ayağımdan yeşerdiğim rüyanın yapay zeka yorumunun ne olduğunu. aslında birden fazla şeye işaret edebilirmiş bu yeşerme hali 😉 fiziksel veya duygusal bir “topraklanma” ihtiyacım olabilirmiş, daha dengeli ve köklü hissetmek istiyor olabilirmişim, bir değişim yaşıyor olup köklerime dönme arzusu taşıyor olabilirmişim, modern yaşamın karmaşasında doğadan kopmuş hissettiğim bir durumu temsil ediyor olabilirmiş, doğa ile olan bağımı yeniden kurmaya ve daha organik bir yaşam tarzı benimsemeye beni teşvik ediyor olabilirmiş, derin bir kişisel veya ruhsal dönüşüm yaşadığımı ve doğayla, maneviyatla ya da kendimle daha güçlü bir bağ kurmaya çalıştığımı gösteriyor olabilirmiş…

aslında hepsinden biraz galiba 😉

aslında rüyalar üzerine düşünmeye başlayıp, rüyalarımın izleğini takip etmeye ve yazmaya başladığımdan beri hissettiğim en önemli şey kendimle, hayatla, doğayla ve daha pek çok şeyle kurduğum bağın tartışmasız bir şekilde rüyalarımla da beslendiği ve desteklendiği idi. bu ilişkiyi derinleştirdikçe hissettiğim şeyin doğruluğundan daha çok emin oluyorum…

burada susayım ve günün şarkısını son günlerde beni çiçekleriyle çok mutlu eden kaktüsüme çalayım.

şahane bir sting şarkısını buena vista social club ritimleriyle dinliyoruz.

fragilidad.

“… Biz güç, zeka ve yaşamız
Okyanusta, fabrikalarda ve tarlalarda
Biz feryat, şiir ve ışığız
Dünyanın geri kalanına doğru yolculuğumuzda…”

– pay sol şarkısından bir alıntı 

kalktım. salı akşamı, dizi izlerken yavaş yavaş bütün vücudumu bir ağrı sardı, aniden üşümeye başladım. kötü bir gecenin ardından dün de bütün gün ağrılarla başbaşaydım. bugün daha kötü kalkarım diye düşünüyordum ama iyiyim. şu etrafta dolanan salgına yakalanmaktan korkmuştum doğrusu!

sabah iyi kalkınca uzun bir aradan sonra biraz tai chi yapmaya çalıştım. sonra da yapay zeka maharetiyle notion‘da tutmaya başladığım rüya günlüğümle ilgilendim. ardından kahvaltımı yaptım ve çalışmaya başlamadan önce bunları yazıyorum. buraya minik bir rüya anını da ekleyeyim. çok uzun ve olaylı bir rüyanın bir sahnesi bu.

“… eğilip ayağıma doğru bakıyorum ve filizlenmiş yeni bir dalın ayağımdan çıktığını fark ediyorum. ardından gördüğümse bacağımın bir ağaç gövdesine dönüşmeye başladığı…”

söz verdiğim gibi uzun uzun yazamasam da bize iyi gelecek şarkılar çalacağım. ben bugün uzun bir aradan sonra cape verde şarkıları ile güne başladım. işte onlardan ikisi geliyor şimdi;

önce nana matias‘dan pays sol

ardından da

teofilo chantre‘den nha fe‘yi dinliyoruz.

“Take one fresh and tender kiss
Add one stolen night of bliss
One girl, one boy, some grief, some joy
Memories are made of this
Don’t forget a small moonbeam
Fold it lightly with a dream…”

ilk yıllarında böyle uzun uzun yazmazdım. bazen tek başına bir şarkı gelirdi veya kısa yazılmış anekdotlara şarkılar eklenirdi. mp3 dünyası patlamıştı, müziğe erişim kolaylaşmıştı ve herkes bunun tadını çıkarıyordu. eski şarkılara dönmüştük pek çoğumuz ve müziğin peşine düşmüştük. ciddi bir bölümünü kaybetmiş olsam da hala elimde bir mp3 arşivi var ve spotify’dan kaçıp arada o arşive dönmeyi çok seviyorum; unuttuğum pek çok şeyi, anıyı, çocukluğumu, gençliğimi geri getiriyor bu arşiv çünkü!

belki daha sonra ayrıntısına girerim. bir süredir tuttuğum bir “zinciri kırma” listem var; listedeki maddelerden birisi “farklı müzikler dinle”! işte o farklı müziklere bu arşivle ulaşıyorum genel olarak.

sanırım burada zaman zaman eski günlerdeki gibi daha kısa yazıp, belki alıntılar yapıp size unuttuğumuz, uzun süredir dinlemediğimiz veya kıyıda köşede kalmış şarkılar da çalacağım.

bize iyi gelecek biliyorum.

bu güneşli güne şarkımız dean martin‘den gelsin.

memories are made of this

diyoruz.

1 2 3 4 5 46