“biz değerli olduğumuzu ispatlamak zorundaymışız gibi büyütülürüz…”
-mahir polat
sonra dışarıya çıktım ve remzi kitabevi’nin kafesinde çalışmaya devam ettim… biraz da kitaplara baktım tabii. zamanında murathan mungan’ın seçkisi olarak remzi yayınlarının çilek serisinden bir kitaba denk geldim; evde yoktu ve ben hiç carson mccullers okumamıştım. çevirip etikete baktığımda bir sürpriz beni bekliyordu; 4.63 lira! rakamı bir süre idrak edemedim 😉 tamam bu çok eski bir seçkiydi ama yine de bu sürprizdi doğrusu. kasaya gidip kitabı uzattım, etikete bakan beyefendinin yüzünde önce bir şaşkınlık ardından da kocaman bir gülümseme yayıldı. “ne ödüyorum şimdi ben kitaba?” deyince bir kahkaha attı ve “yazanı tabii” dedi.
sonrasında bir çılgınlık yapıp, bu sıcakta ve saatte suadiye’den eve yürümeye karar verdim. içimden kendime söylenmeye başladığımda sahilin idealtepe kısmına giriyordum artık; ağaçların altında ve gölgede yürürken, önce yüzüme tatlı ve serin bir rüzgar çarptı, ardından da her yanımı bir ıhlamur kokusu sardı… sıcağın hiç bir önemi kalmadı birden! tam o esnada kulağımda nefis bir melodi çalmaya başladı; çalan parçaya baktım, adı müdafaa edilecek normal bir hayat kalmadı idi. bir huzur yok dedim kendime kendime 😉 allahtan sözleri olmayan enstrümantal bir parçaydı… ıhlamur kokusuna odaklanarak bir sonraki parçaya geçtim!
şimdi tenis kortlarının yanındaki beltur’da oturdum bunları yazıyorum ve sodamı içiyorum. ıhlamur kokusu değil, yeni biçilmiş çimen kokusu var artık (5 haziran, 17.15)
***
dün çok tatlı bir gün geçirdim, sevgili s., ekmekçi kız, çok lezzetli ekmeği ve şahane bir kitapla kahvaltıya geldi bana. öğle saatlerinde geç bir kahvaltı yaptık; zamanın nasıl geçtiğini anlamadım. ne çok şey konuştuk; hayata dair her şey bizimleydi. onu tabii bizim minik hayatta kalanımızla tanıştırdım 😉 büyüyor artık, kargalar yine bir takım çılgınlıklar yapıyorlar ama ortalık nispeten daha sakin. bugün bir ara kanatlarını kaldırıp, zıpladığını gördüm. uçma çalışmaları mı acaba? kimbilir…

niye bilmiyorum bu sıcak günün sonuna doğru canım fado dinlemek istedi… akşam çevrimiçi bir eğitime katılacacağım; öncesinde fado dinleyerek biraz notlara bakayım…
ve gitmeden önce size de bir parça bırakayım (5 haziran, 20.20)
sabah güne başka bir rakamsal şokla başladım… fatih altaylı yeni özel okul ücretlerini yorumlarken şöyle bir hesap yaptı. ortalama bir okul 1 milyon lira, bir çocuk okula, tatiller hariç 200 gün gitse, günde 5000 lira taksimetre işliyor. benim gibi rakamı idrak edemediyseniz yazıyla da yazayım beş bin lira… yol hariç, yemek hariç, böyle bir okulda okumanın getirdiği sosyal maliyet hariç elbette… sabahtan beri bu rakamdan çıkamadım!
günün ortasında bir ara durdum, chatGPT ile konuşayım dedim ve sordum;
“müdafaa edilecek normal bir hayat kalmadı” cümlesi için ne düşünüyorsun, haklı mı sence?
uzun uzun dünyanın halini anlattıktan sonra şöyle dedi;
“… Sonuç olarak, bu cümlenin haklı olup olmadığı, kişinin içinde bulunduğu koşullara, kişisel deneyimlerine ve genel dünya görüşüne bağlıdır. Bazıları için bu cümle tam anlamıyla gerçeği yansıtabilirken, diğerleri için ise karamsar bir bakış açısını temsil edebilir.”
“Boşver bunlar bunları sen düşünüyorsun” dedim.
“Ben, bir yapay zeka olarak, kişisel deneyimlerim veya dünya görüşüm yok.” diyerek bir sürü gevezelik yaptı ve en sonda da şöyle dedi;
“… Dünya genelinde yaşanan zorluklar ve krizler göz önüne alındığında, bazı insanlar için “normal” bir hayatın kalmadığı duygusu gerçekçi görünebilir. Ancak, insanlığın adaptasyon kabiliyeti, dayanıklılığı ve yenilikçi çözümler geliştirme kapasitesi göz önüne alındığında, umutlu olmak için de birçok neden bulunmaktadır… “
teşekkür faslından sonra, “bu konuda konuşmak isterseniz destek olabilirim” dedi. “psikolojik olarak mı? nasıl?” dedim.
yine bir bir sürü gevezelikten sonra devam etti;
“…. duyguları paylaşmak,… başa çıkma stratejileri,… destek kaynakları…”
bu iş saçma bir yere geldi diye kapattım; işime geri döndüm.
sonra daha ucuz meyve alma umuduyla pazara gittim. pazarda her tezgahta neredeyse etiketlere yorum yapılıyordu… yine düşündüğümden ve taşıyabileceğimden biraz fazlasını alıp sıcaktan bezmiş bir halde eve döndüm…
yeşillikleri, meyvelerin bir kısmını yıkadım, yılın ilk taze mısırını haşladım ve büyük bir keyifle enginar pişirdim. uzun süredir böyle keyif alarak yemek yapmamıştım. bütün bu işleri yaparken, bir ara gündeme baktım, bunaldım ve bana çok iyi hissettiren bir söyleşiyi tekrar dinledim. aşağıya bağlantısını bırakıyorum; dinlemediyseniz mutlaka dinleyin derim. “allah biliyor ya” bir gün mahir polat’ı kültür bakanı olarak görmeyi çok istiyorum…
ada’yla baş başa yedik yemeğimizi, kendi yemeğim diye demiyorum, gerçekten çok güzel olmuştu… bir sürü şey konuştuk, biraz da sınavı tabii. malum bu hafta sonu sınav var!
şimdi hava kararıyor, tatlı ve serin bir rüzgar çıktı… muhtemelen bu akşam küçük bir kadeh bana eşlik eder… ve günün sonunda aklıma gelen şarkı bu; onunla kapatalım 😉 (6 haziran, 20.30)























