… Dışarıya bakan rüya görür, hayal dünyasında kaybolur,

içeriye bakan uyanır, kendini keşfeder…

C. G. Jung

 

 

bütün baba ailemi bir akşam yemeğinde ağırladım. bir araya gelme nedenimiz üzüntülü bir şey içindi ama nedense herkes çok keyifliydi; muhtemelen bu ailenin bilinçaltıma işlemiş hayata bağlılığı ve enerjisindendi bu hissediş

diğer yanda yemek telaşı, sofra hazırlığı ve kalabalık derken her şey çok kaotikti; kimbilir belki bu kaos da bilinçaltımdandır.

sabah kampüste uzun bir yürüyüşle ofise doğru gelirken rüyanın bütün ayrıntılarını, renklerini ve duygusunu tekrar tekrar düşündüm ve bir araya gelmeleri ne kadar özlediğimi hissettim.

ve bütün bunlar olurken tesadüfen, fona çok iyi oturan yeni çıkmış bir şarkıya denk geldim…

***

şu anda ofisin penceresi tamamen açık, nefis bir kahve kokusu sardı her yeri, dışarıda kırlangıçlar neşeyle uçuyor ve ben hala hakan kurtaş ve kalben‘in birlikte söylediği bu şarkıyı döndürüyorum.

evet tesadüfen

diyoruz.

[audioplayer file=”http://radyoz.info/wp-content/uploads/2020/04/hakan-kurtas-kalben-tesadufen.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

 

 

“… Gözümü bir kapasam, ormanlara tırmansam

Kalbimi tam orta yerinden birden kımıldatsam

İçinden bir şey çıksa, kükreyen bir kaplansa,

Tek başına yola çıkarken uyanmakta…”

 

 

“… Leylaklar açmış gördün mü?
Dallardan bahar inmiş duydun mu?
Karanlığın içinde bir ışık var
Mor mor mor leylaklar…”

— Hüsnü Arkan

 

 

leylakcım,

mesajında “Nasılsın diye sorsam mı bilemedim, eminim ki aynı inişli çıkışlı ruh halleri içindeyiz.” demişsin ya; ben onu okuduğum an seninle içimden konuşmaya başlayıp her şeyi tek tek anlattım haberin olsun. aslında yazmalıyım değil mi? belki onu da yaparım kim bilir. şimdilik varsay sana sımsıkı sarıldım…

burada susup sözü sana bırakıyorum elbette…

***

 Günlerdir bir başkasının hayatını yaşıyor gibiyim. Rutinim kaydı, kafam boşaldı, kalbim endişeyle çarpıyor. Sabahları göğsüme oturmuş koca bir öküzle uyanıyorum sanki, yataktan kazımak gerekiyor kalkıp günlük hayata başlayabilmek için, yorgan altı nisbeten huzurlu. Uzunca bir süredir gönül huzuru var ve endişe yoksa hayat güzeldir düsturunu edinmiştim ama bu günlerdeki gibi dibine kadar hissetmemiştim. Kendimden ziyade uzaktaki sevdiklerimin kaygısıyla yorgunum. Günlerim fotoğraftaki çalışma masamla balkon arasında paylaşılmış gibi. Zorunlu temizlik faaliyetleri ve yemek dışında ayaklarım ya birine, ya diğerine götürüyor. Balkon bizim yaşadıklarımızdan habersiz, çınar yeşilin en güzeliyle yapraklanmış, serçeler sabahın erkeninde başlıyor konsere, kumrular kuğurdayarak aşklarını ilan ediyorlar birbirlerine, kimi zaman orada burada bulduğum kurumuş çam iğneleri yeni gelecek bir yavrunun haberini veriyor, yuva yapıp yumurtlama çabasındalar. Bazen kocaman, kara bir karga gelip konuyor çınarın dallarına, o zaman bu sayfanın sahibinin kulaklarını çınlatıyorum mutlaka. Kimi zaman çay, kimi zaman kahve, kimi zaman bir kitap, kimi zaman da marketten alınıp güneşe serilerek çilelerinin dolmasını bekleyen erzaklar eşlik ediyor balkon saatlerime. Esinti ürpertir ya da güneş yakarsa içeri geçiyor bilgisayarın başına çöküyorum, haber sitelerine ya da Twitter, Facebook gibi sanal sayfalara takılmazsam orada başka bir dünya var, yazıyorum, okuyorum, haberleşiyorum,  bir diziye veya filme takılıyorum. Bazen bir kitap yoldaşlık ediyor ama diyorum ya sanki ben başka biriyim, hızım kesildi, eskisi kadar seri okuyamıyorum, yaptığım yemekleri bile sanki başkası yapmış, aldığım tat farklı. Şehri özlüyorum, denizi, portakal çiçeklerini, parkta yürümeyi, en sevdiğim cafede bir şeyler içmeyi, baharla coşan ağaçları, arkadaşlarımı, gölgemin bana eşlik etmesini, her yere elimi rahatça sürebilmeyi. maskesiz nefes almayı. Bir öngörüş ya da temennide bulunmak da gelmiyor içimden, bize yazılmış bir senaryoyu itiraz hakkımız olmadan oynuyoruz, yönetmen ne zaman son derse o zaman bitecek.

Yazı da Göksel Baktagir‘in en sevdiğim kanun sololarından biriyle bitsin: “Yalnız Sen/Sultaniyegah Saz Semaisi.

Her yeni güne sevgiyle gülümseyin…
Nurşen Güllüoğlu

[audioplayer file=”http://radyoz.info/wp-content/uploads/2020/04/leylak.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

Belki önemli değil ama çekip gidelim kedilerin kendilerinin olan akşamına.”
— Turgut Uyar

 

 

son iki bahardır misafirleri oluyor; 23 nisan günü yenidoğanlarını toplayıp gelen anne kediler bunlar. fotoğrafta gördüğünüz bu yıl gelen anne ve iki yavrudan birisi…

ablam şarkısını isterken,

“... portakal çiçeklerinin kokusunu içime çeke çeke corona günlerinin iç huzursuzluğunu balkonumda atlatıyorum…

yazıp kahvesi eşliğinde bir balkon fotoğrafı iletmişti ama son durum bu… sanırım, annemle birlikte, 23 nisandan beri balkonu eskisi gibi kullanamıyorlar 😉

bu durumda ablamın bahar şarkısını hem ona ve hem bu güzel haşin anneye çalalım değil mi?

ezginin günlüğü

nazende

diyor.

[audioplayer file=”http://radyoz.info/wp-content/uploads/2020/04/Nazende.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

… eğer kendinizle bütünleşmiş değilseniz,

diğer insanlarla asla bütünleşemezsiniz…”

― hatun q’ero köyünden bir şifacı, peru and dağları

 

 

sevgili neslihan  bu paylaşımını dünya gününde yapmıştı. biraz gecikmeyle aşağıda çok güzel bir şaman öğretisi ve melodiyle birlikte notunu iletiyorum.

radyo z yıllardır çok güzel insanları karşıma çıkardı ve hayat aslında şahane bir şey dememi sağlayacak çok şey yaşattı; şaşırtmadan devam ediyor…

ve sevgili neslihan aşağıda sana bir video var;

across the hummingbird bridge

***

… Burası benim çalışma odam, kendimle kalma alanım. Çoğunlukla masamda çalışıyor, yazıyor, ilham alıyorum. Bir numaralı asistanım Coffee de aşağıda ya masanın ayaklarının dibindeki şiltesinde ya da benim ayaklarımın üstünde uyuyor genelde.

Geçen haftalarda dahil olduğum bir şiir, alıntı, yazı zincirinden bana ulaşan ve çok hoşuma giden bir Şaman öğretisini paylaşmak istiyorum. Hem bugün Earth Day hem de yarın Boğa’da Yeniay…

Bir Şaman öğretisi der ki,

Doğada hiçbir şey kendisi için yaşamaz.
Nehirler kendi suyunu içemez.
Ağaçlar kendi meyvelerini yiyemez.
Güneş kendisi için ısıtmaz.
Ay kendisi için parlamaz.
Çiçekler kendileri için kokmaz.
Toprak kendisi için doğurmaz.
Rüzgar kendisi için esmez.
Bulutlar kendi yağmurlarından ıslanmaz.

Doğanın anayasasında ilk madde şudur…
Her şey birbiri için yaşar.
Birbiri için yaşamak, doğanın kanunudur.
Eski çağlardan süre gelen bir anlayıştı bu
Bütünlüğü anlatırdı…

Özü iki cümleydi..
“Ben biz olduğumuz zaman ben olurum.”
“Ben, ben olduğum için sen, sensin.

“In Lak’ech Ala K’in”
…..
Ve müzik olarak AVA‘dan Waves.

[audioplayer file=”http://radyoz.info/wp-content/uploads/2020/04/waves.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

Sevdiğim müzisyenleri dinlemek sevilecek başka yeni keşifler getiriyor. Nitin Sawhney’nin hazırlayıp sunduğu bir radyo programından henüz dinleyip bayıldığım bir parça oldu Waves.
Döndüre döndüre dinliyorum.

Size de keyif vermesi dileğiyle, sevgiler.”

 

diyerek tam da şu fotoğrafın çekildiği yıllarda çıkan ve  ablamla birlikte  çok sevdiğimiz bir şarkıyı çalıyorum şimdi…

bizim evimizde, yeşil pötikareli masa örtüsünün sahne kıyafeti, ütünün kordonunun mikrofon olduğu zamanlardan bu şarkıyı gökben söylüyor,

şiribim şiribom 🙂

hamasetten uzak, çocukların hakikaten eğlendiği ve güldüğü, geleceğe güvenle bakabildiği ve hayal kurabildiği bayramlar diliyorum elbette…

[audioplayer file=”http://radyoz.info/wp-content/uploads/2020/04/siribim.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

“… So when I hear about
The hole in the sky
Saltwater wells in my eyes…”

julian lennon, saltwater

 

oyuna ara verip julian lennon‘dan

saltwater‘ın dinleyelim.

julian lennon, john lennon’ın ilk çocuğu ve babasına hem yüzünün hem sesinin benzerliği inanılmaz; beatles’ın “diamond with the diamonds“, “hey jude” ve “good night” şarkılarına doğrudan ilham kaynağı olduğu söyleniyor…

şuradan da şarkının videosunu izleyin derim. bazı şeyler çok tanıdık gelecek!

[audioplayer file=”http://radyoz.info/wp-content/uploads/2020/04/Julian-Lennon-Saltwater.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

fotoğraf sabah yürüyüşünden…

“Odadır, ev.
Bir ada.
Kendi halinde
Bir içe çağrı.
…”

ilhan berk, oda

 

sevgili selçuk aşağıdaki notuyla birlikte nil ipek‘den

gömülür‘ü çalmamı istedi.

Salon, masa. Günün çoğu burada geçiyor. Kahvaltılar, öğle ve akşam yemekleri, arada atıştırmalar, okumalar, online dersler, ödevler, meyve saatleri, oyunlar. Bu saatlerde herkes uyumuş oluyor, ben biraz daha uyanık kalıyorum, bazen bir film ya da diziyle, bazen kitap ya da müzikle. Böyle. Sevgiler.” (23.38)

[audioplayer file=”http://radyoz.info/wp-content/uploads/2020/04/Nil_pek_Gmlr_BP_Akustik_222147_23032020.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

salondaki masa örtüsünü görünce elimde olmadan “salona bahar gelmiş” diye düşündüm. umarım balkonsuz evlerden değildir eviniz sevgili selçuk…

 

Kıyıya vurmadıkları sürece, balıklar suyun farkında değildirler…”

ursula k. le guin

 

sevgili orhan katıldı; inanılmaz güzel bir ejderhanın gölgesindeki çalışma masası, ursula le guin’e yazılmış bir mektup ve şahane bir melodiyle.

bir süre önce ben de, ‘bütün bu çılgınlığı yaşasaydı ne derdi acaba‘ diye düşünmekten kendimi alamamıştım…

melodimiz dirk maassen‘den

la mer.

[audioplayer file=”http://radyoz.info/wp-content/uploads/2020/04/Dirk-Maassen-La-Mer.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

 

Sevgili Ursula K. LeGuin,

Söze nereden başlayacağımı bilemiyorum. Şu lanet virüs salgını sona ermeyecek gibi görünüyor. Virüsün adı bile kendisinden önce mutasyona uğruyor. Adının ne olduğundan çok sebep olduğu yıkım önem kazandı. Dünyanın dört bir yanından sürekli ölüm haberleri geliyor. Ölen insanlar hiç var olmamış birer hayaletmiş gibi anılıyorlar. İsimlerinin, yaşam öykülerinin, geride bıraktıklarının hiçbir anlamı yok. Yaşamlar sabun köpüğü misali boşlukta yitip gidiyorlar. Rakamların oluşturduğu sayılarla ifade edilen insan ölümleri her geçen gün artış gösteriyor. Sayılar ise sıradan grafiklere dönüştükleri gibi olağanlaşıyorlar.

Her yitirilen, geride kalanlara acıyı, şaşkınlığı, paniği, gelecek korkusunu, umutsuzluğu, karamsarlığı, evrende kaybolma duygusunu ve çaresizliği bırakıyor.

Olanca ağırlığıyla üzerimize çöktü siyahın her tonu. İnsanoğlu nerede yanlış yaptığını sorgulamamakta tüm gücüyle ve inatla direniyor. Görünürde bir umut ışığı da yok. Koyu karanlıklar boğuyor aydınlıkları.

Günlerdir evimde karantinadayım. Yaşı altmış beşin üzerinde olanların sokağa çıkmaları yasaklandı. Bu da yetmiyormuş gibi geçtiğimiz iki haftanın sonlarında da iki gün süreyle sokağa çıkmak ülke genelinde yasaklandı.

Gelecekte, insanlığın virüsün etkilerinden çok daha başka olumsuz etkilerle ve sonuçlarla karşı karşıya kalacağına hiç şüphem yok. İnsanlık bu kaosun etkilerini kendi lehine dönüştürebilecek mi, bunu zaman gösterecek. Bilim insanlarının, pek çok farklı ülkede ve olağanüstü çaba sarf ederek yaptıkları çalışmaların sonuçları ufukta belirmeye başladı.

Bunca olan biten hakkında siz neler yazardınız, kim bilir? Kitaplarınızda yer alan kahramanlar ya da yaratıklar dünyamız genelinde meydana gelen gelişmeler karşısında değerlerini, dahası akıllarını yitirirler miydi? Sürekli devinim halindeki evrenin bir yerinde bütün olan biteni izliyorsanız, düşüncelerinizi öğrenebilmeyi ne çok isterdim.

Size mektup yazmak… Uçsuz bucaksız bir denizi derme çatma bir sal ile aşmaya çabalama gayreti benimkisi. Siz de güldünüz bu düşünceme değil mi? Olsun. Oysa sadece bir seçeneğim var. O da mektubu size kendi elimle getirmek.

Yazmış olduğunuz kitaplarınızın pek çoğunu edindim. Ve onların her birini okudum. Yapıtlarınıza dair o kadar çok soru var ki zihnimde bilemezsiniz. Şayet yanıt verirseniz, evrende yankılanacak sesinizi duyacağımdan şüpheniz olmasın. Her bir cümle ruhumu öylesine sarıp sarmalıyor ki anlatamam. Heyecanımı hoş görünüz.

Bestekâr Nevzat Akay, nihâvend makamında yazmış olduğu bir bestesinde “Doymadım sana ağlarım âh ederek yana yana/Geç buldum çabuk kaybettim hicrân oldu hayat bana” diyerek başlar söze. Sizin onu tanımıyor olmanız çok doğal… Güftesi kimindir bilinmez, ama bildiğim bir şey varsa o da benim de sizi geç bulup çabuk kaybettiğimdir. Bu nedenle, yakalayamadığım, hızla geçip gitmiş zamanın ardından koşuyor, koşuyorum. Her bir satır ya da paragraf sonunda soluk soluğu kalsam da…

İçinde bulunduğumuz sıkıntılı günleri aşabilmeyi ve size bir sonraki mektubumla yeniden seslenebilmeyi umuyorum.

Saygı ve sevgilerimle,

ok.

 

D100 karayolu sabah çok yoğundu ve yol kenarında ve duraklarda sanki bundan önceki haftalara göre daha fazla kişi bekliyordu; “acaba havaya yayılan bu olumlu atmosferden dolayı adı konmayan bir normalleşme sürecine mi girdik” dedim kendi kendime… bir süre twitter’da gezdim, sonrasında, aşağıya bir alıntısını bıraktığım, eser köker‘in bianet’de  çıkan evde kalıp yazı yazmak yazısını bir kez daha okudum; muhtemelen tekrar okuyacağım.

tuzla’dan sonra gözlerimi kapatarak müzik dinledim ve maskenin altında artık daha doğru nefes almaya başladığımı fark ettim. insan hakikaten her şeye alışıyor…

servisten indikten sonra çalıştığım enstitü’ye her gün yürüdüğüm yolu biraz daha uzattım ve içine ormanı biraz daha fazla dahil ettim; attığım her adım derin bir nefes gibiydi. yol boyunca spotify’ın benim için hazırladığı listeyi dinledim ve patrick watson‘dan, noir melody‘yi keşfedip epey döndürdüm. fotoğraf sabah yürüyüşünden…

[audioplayer file=”http://radyoz.info/wp-content/uploads/2020/04/patrick-watson-melody-noir-official-video.mp3″ bg=”b6b4b2″ leftbg=”b6b4b2″ lefticon=”c8c5c5″ track=”ffffff” tracker=”f2b5b5″ text=”000000″ righticon=”ffffff” width=”300″ rightbg=”7b7b7b” volslider=”ffffff” skip=”ffffff”]

 

eser köker’in yazısı pek çok şeyden söz ediyor aslında ama bu yazı bende bir oyuna kapı açtı

acaba diyorum bu karantina günlerinde blog yazdığınız masa, ekmek yaptığınız mutfak tezgahı, oturup kaldığınız koltuk köşesi, nefes almak için açtığınız pencere, oturduğunuz balkon veya şanslıysanız bahçenin bir fotoğrafını gönderip, size nefes aldıran bir şarkıyı benimle paylaşır mısınız?

belki hissettiklerinize dair kısa bir anekdot da paylaşırsınız; kim bilir…

ne dersiniz?

***

Münzevi Emily Dickinson’ın yazdığı yüzlerce şiiri kadınlara ulaştıran o direnme geleneği, çarpıntılı eve bağımlılıktan bambaşka bir özgürleşmenin kapısının aralanmasına öncülük etti.

Suskunluğu, dilsizliği ve mırıldanmaları kadınların gündelik hayatlarına yerleştiren münzevilik hali içinde demir uzlaşmazlık çekirdeğini eritmeye çabalayan kadınlar, yoksulluğun ve erilliğin baskısına karşı ara yollar ve patikalar yarattılar. İçinde yaşanan şu günlerde de sadece acıların değil özlemlerin, gelecek düşlerinin ve ütopyaların yeniden hatırlanması, şiirinin, şarkısının, oyununun, fotoğrafının, filminin, öyküsünün yeniden tasarlanması, bütün o kas gevşemelerinin, nefes alamamaların, öğürmelerin, ağlamaların, kıpkırmızı olmaların, titremelerin, öfke sözcüklerini bulamamanın acısına panzehir olmuştur, olacaktır da…

Yer sarsılmaya devam ediyor

Tekinsiz dışarısı fikrine çok alışık olsak da, ona yapışan ölüm korkusu ile birlikte ancak huzursuz bir ruhun kendini hapsettiği ev duvarlarının bizi koruyabildiği sanrısı ateşlenmiş olduğu için birlikte olunabilen her patikada ve sokakta kendimizi arayıp bulamamanın boşluğu, yani bir araya gelememe, ortak korkumuzu aşmak için yan yana duramama sorunu ile karşı karşıya kalındığı ve distopik bir dünyanın içinde yaşandığı da, korkularımızı gidermek üzere elele tutuşamadığımız da aşikar.

Bu boşluğun kenarına ilişmek için yapabildiğimiz hayali bir ortaklığa ait hissetme yollarından birine, yani yazıya gidişimize aşağıda değineceğim ama geçerken, bütün yollar kapalı iken, bir kez daha pazarda, sokakta yaşanan kalp çarpıntılarının kaçıp sığınılan bir yer olarak evin tekinsizliğine zemin oluşturan erkek şiddetinin yoğunluğunun altını mor kalemle bir kere daha çizmek istiyorum.

 

 

 

1 13 14 15 16 17 42

kategoriler